SANCAR CANSİNEMAYAZARLAR

DÜNYANIN SONUNDAKİ EV FİLMİ ÜZERİNE: “AŞKTA CİNSİYET YOKTUR.”

Yapımı : 2004 – ABD
Tür : Dram , Romantik
Süre: 97 Dak.
Yönetmen : Michael Mayer
Oyuncular : Colin Farrell , Robin Wright , Shawn Roberts , Sissy Spacek , Ryan Donowho
Senaryo : Michael Cunningham

Hayattaki çoğu insanın en büyük sorunudur aşk ya da aşksızlık ve aşk, hayattaki en çok aranılan ve en çok istenilen duygudur da. İnsanoğlunun olmazsa olmazıdır. Dünya aşk üzerine kurulmuştur adeta; insanın varlığı bir tek aşkla anlam kazanır. Aşk olmayınca insan da yaşayamıyor. Nedense?

Yoğun bir duygu, yoğun bir istekle başlayan aşk – herkeste öyle değildir tabi, yalnızca cinsellik için birbirini kullananlar da vardır – cinsellik denilen geçici bir hevesle son bulur. Cinsellik, aşkın son noktasıdır çoğu zaman ya da aşkta aldatıcı tek noktadır. Cinsellikle birbirini en açık haliyle tanıyan bütün sınırları yok eden insan, zamanla bütün tutkusunu yitirir, aşkın büyüsünü silip atar. Saklı hiçbir şey kalmamıştır. Cinsellik aşkın bitişidir belki de.

Peki hayat sadece bundan mı ibarettir ya da bir tek aşk mı vardır bu yaşamda? Ya da aşka yüklediğimiz anlam doğru değil midir, aşka bakış açımız yalnız cinsellikle mi sınırlı kalmıştır?

Günümüz insanı kendinde öyle bir algı yaratmıştır ki – ya da bu toplum insanı bu algıya itmiştir, ki çoğu zaman da aslında öyledir- ; sanır ki içinde duygusal bir boşluk vardır veya biyolojik ihtiyaçlarını karşılamazsa bu hayatı sağlıklı şekilde devam ettiremez. Hayatı yaşama konusunda binbir türlü hata yapan insan burada da hata yapar. Cinsellik, aşk için asıl amaç değildir; olamaz da zaten.

Ancak kimileri içinse cinsellik aşkta bir araçtır ve aşkı zenginleştirir, büyük bir bağlılıkla karşılığını bulur. Çünkü gerçek aşkta cinsellik iki kişinin yalnızca ruhen değil bedenen de birbirlerine olan teslimiyetleridir; bu kişiler başkalarına ne bedenen ne de ruhen teslim olabilirler. Cinsellik, aşkın bir bedene indirgenişidir; iki sevgilinin cinsellikle birbirini tamamlayışıdır. Ne yazık ki bu şekilde bir aşk mümkün değildir artık.“Dünyanın sonundaki Ev”de ise böyle bir aşk çarpıcı ve farklı bir şekilde var olur ve bir o kadar da trajik bir sunumla aktarılır.

Peki aşkın cinsiyeti olabilir mi? Aşk, hem cinsler arasında mümkün müdür? Michael Cunningham’ın romanından uyarlanan “Dünyanın sonundaki Ev”, iki erkek arasında bitmek bilmeyen bir aşkı anlatır; birbirinden kaçan ve sonunda yine birbirine dönen bir aşk. Cinsellikle sınırlandırılmayan bir aşktır Bobby ile Jonathan arasında yaşananlar. Aşkın cinsellik değil; duyguların, sadakatin, birbirine olan saygının sevgiyle dans edişi olduğunu gösterir Bobby ile Jonathan’ın hikayesi; sınırların olmadığı ve bir o kadar da acıyla var olan bir aşktır onların yaşadığı. Aynı zamanda bir kabullenemeyiş. Kendinden başka kişileri ve hatta karşı cinsleri sevmeye çalışsalar da, yapamazlar Bobby ile Jonathan. Dünyanın sonunda yine kendilerini beraber bulurlar. Ve dünyanın sonundaki bu evde sadece ikisi vardır.

Çocukluktan beridir arkadaş olan Bobby ile Jonathan arasında geçen karmaşık duyguların hikayesini, tanımlamakta zorluk çektikleri ilişkilerini anlatıyor “Dünyanın Sonundaki Ev”. Kişiler arasındaki ilişkiler, onların yaşadığı karmaşa, gelgitler, ayrılıklar, kısaca her şey – duygulara önem veren biriyseniz eğer – sizi sarmalayıp onların dünyasına götürüveriyor. Çocukluğun, ergenliğin, yetişkinliğin her bir evrenin kendi bünyesinde barındırdığı ayrı ayrı duygular… Bobby ile Jonathan arasındaki duygusal bağ ve uçarı Clare’in onların yaşamındaki varlığı hayat ilerledikçe düşünce dünyanızın, duygularınızın ve hayatın akıl almaz bir şekilde ne denli büyük bir çıkmaza dönüştüğünü gözler önüne seriyor; anlamak isteyene tabi.

Bobby ile Jonathan arasındaki ilişki farklı boyuta ulaşınca; Bobby’nin tanımladığı gibi aşka dönüşünce ve Jonathan’ın annesi Alice’in her şeyi anlamasıyla Jonathan üniversite okumak üzere başka bir şehre gider. Jonathan, bu aşkı kaldıramaz ve Bobby’i terk eder bir bakıma. Bobby ise 24 yaşına kadar fırıncılık yapar ve Jonathan’ın ailesinin yanında kalmaya devam eder. Ancak Jonathan’ın annesi Alice ve babası Ned Arizona’ya taşınınca Bobby, New York’a Jonathan’ın yanına gider.

Jonathan New York’ta kendini bırakmış bir şekilde hayatına devam eder ve Clare adlı bir kadınla ev arkadaşlığı yapmaktadır. Her ne kadar cinsel kimliğiyle barışık olsa da bundan memnun değildir ve ayrıca hala Bobby’i sevmektedir. Kaçmaya çalıştığı çocukluk aşkıyla tekrar bir araya gelince bunu daha iyi anlar. Bobby ise onun cinsel kimliğini bilmemektedir ve çocukken yaşadıklarının geçmişte kalan çocukça şeyler olduğunu söyler. Bobby ile Clare arasında bir ilişki başlar, Jonathan da kendini başka kollarda avutarak savrulup durur mutsuz bir şekilde.

Film bu aşamadan sonra Boby, Clare ve Jonathan arasındaki karmaşık ilişkiyle devam eder. Kimin kime aşık olduğu belli değildir. Bobby çocukken Jonathan ile yaşadığı kaçamakları unutmuş; Clare ile bir aşk yaşıyor görüntüsündeyken Jonathan ise bu aşkı acıyla seyreder. Bobby, Clare sayesinde bilmediği bir dünyanın kapısını aralar. Bir süre sonra Jonathan, Bobby ile Clare arasında bir fazlalık olduğunu düşünüp onları bırakır. Annesinin ve babasının yanına döner. Ancak, gerçekte daha fazla Bobby ile Clare arasındaki yakınlaşmayı izleyerek acı çekmeye dayanamaz. Bir kez daha Bobby’den kaçmış olur böylece. Bobby ise Jonathan’ın gidişine üzülür ve kendini sorumlu tutar. Karmaşa yaşamaya başlayan Bobby’dir artık. Her ne kadar Bobby, Jonathan’ın hayatına girip yavaşça ona ait her şeyi alsa da – ailesi ve Clare… – bir tek tamamen Jonathan’a sahip olamaz. Terk eden hep Jonathan’dır esasında. Aşkta tutkulu taraftır her zaman kaybeden. Ve aşkı herkes kendi bildiği doğrultuda yaşar. Jonathan ve Bobby ikisi de birbirini seviyordu; ancak kendi bildikleri doğrultuda birbirine aşıktılar.

Bir süre sonra Jonathan’nın babası ölür ve Bobby ile Clare Jonathan’ın yanına giderler. Clare, Bobby’den bir çocuğu olacağını söyler. İşler iyice karmaşıklaşır.

Jonathan, Clare ve Bobby; bebek haberiyle mutlu bir şekilde tekrar New York’a dönerler. Bu dönüş Clare’in Jonathan ile Bobby arasındaki aşkın açığa çıkışının da başlangıcıdır. Ama en büyük gerçek Bobby ile Jonathan arasında uzun bir süre saklı kalmış, itiraf edilememiş olan aşktır. Clare yavaş yavaş bunu anlamaya başlamıştır. Bobby ile Clare arasına yaşanan cinsellik; Bobby ile Janathan arasında ise yaşanan aşktır. Bu aşk itiraf bulamayıncaya kadar cinsellik küçük dokunuşlardan öteye gitmemiştir – aslında hep öyle olmuştur -. Bir süre her şey mutlu bir şekilde devam eder. Fakat bir süre sonra film kopma noktasına ulaşır. Jonathan’ın hastalığı – aids – ortaya çıkar ve bu Bobby ile Jonathan arasında saklı kalan bir başka durum olur. Filmin sonunda Bobby’i Jonathan’a bağlayan aralarındaki aşk mıdır yoksa Jonathan’ın hastalığının onda yarattığı üzüntü müdür? Bu sorunun bir cevabı var mıdır, bilemem ama aşka bağlasak sanırım daha doğru olur. Bobby, herkesin mutlu olmasını istiyordu. Clare’in dediği gibi o, tuhaf ve gizemli bir yaratıktı.

Clare, Bobby ile Jonathan arasındaki aşk denen duygusal bağlılığa tahammül edemeyince nihayetinde bebeğini alır ve gider. Clare, bu gidişi sırasında Bobby’e kendisiyle gelmek isteyip istemeyeceğini sorar. Bobby ise Janathan’ı bırakmaz. Böylece Jonathan ve Bobby dünyanın sonundaki evde baş başa kalırlar.

Clare’in Janathan’a “Ama Bobby senin hayatının aşkı” deyişi her şeyi nasıl da güzel özetliyor. Bu, aslında basit olmayan cümleye karşı Jonathan’ın cevabı ise “Bu Kadar basit değil Clare”di. Jonathan, hayatının aşkı olan Bobby’nin kendisi için kendi hayatına sığdıralamayacak kadar basit olmadığını söylemeye çalışıyor bu cümleyle. İnsan hayatında birçok kişiye karşı aşkı hissedebiliyor ama bir tek kişi hayatının aşkı olabiliyor.Aslında insan, hayatının aşkı olan o kişiyi başkalarında arıyor. Ancak ne hazindir ki hiçkimse o kişi olamıyor.Onun gibi olamıyor. Gerçek aşk da bu olsa gerek.
Onlar iki erkektir; aşkta cinsiyet oldukça önemlidir ve iki erkeğin birbirine aşık olması kabul edilemez. Bobby ve Jonathan’ın yaşadığı en büyük çıkmaz budur. Her ne kadar duyguları onları birbirine çekse de cinsiyetleri onları birbirinden uzaklaştırır. Ancak bu dünyanın sonudur ki onlar dünyanın sonundaki evde mutlu olurlar. Ta ki hastalık Janathan’ı alana kadar.

İnsanın ne kadar karmaşık bir dünyası olduğunu gösteriyor “Dünyanın Sonundaki Ev”… Duyguların ne kadar değişken olduğunu. Her şeyin bir anda ne kadar değişebileceğini de. Hayatın sürprizlerle kendini var ettiğini ve biz insanların ne kadar zavallı varlıklar olduğunu. Birçok benzer hikayenin de var olabileceğini…

Hayatta hiçbir şeyin sonu olmadığını ve hayatta en önemli şeyin mutlu olmaya çalışmak olduğunu görüyorsunuz “Dünyanın Sonundaki Ev” ile. Mutlu olmak için yaşamın kurallarını hiçe saymak gerektiğini de kanıtlıyor “Dünyanın Sonundaki Ev”. Aşkın ve duyguların sınır tanımadığını, aşkta cinsiyet kavramının alt üst edildiğini de gösteriyor.

Büyük, güzel, gürültülü bir dünya burası ve her şeyin olabileceği bir dünya.

 

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu