
2003 yapımı bir kadın filmi ‘The Hours’… Başrollerinde Nicole Kidman, Julianne More ve Meryl Streep var. Eminim pek çok yazı eleştiri vs. kaleme alındı daha öncesinde. Lakin bende naçizane fikirlerimi söylemek isterim.
Film aslında döneminin en iyi kalemlerinden Virginia Woolf’a bir güzelleme niteliğinde. Onun başyapıtlarından Mrs. Dalloway ekseninde giden ahenkli dramatik biraz da hüzünlü bir puzzle gibi. Hikâye başlangıçta birbirinden bağımsız gibi görünseler de birbirleriyle oldukça alakadar 3 kadın karakterin hayatlarından farklı zaman dilimlerinden alınan kesitlerle ilerliyor.
Filmi izlediğimde beni buradaki Virginia rolüyle oscar da alan Nicole Kidman’dan ziyade Laura Brown rolündeki Julianne Moore etkiledi. Laura 1950’lerde Amerikan orta sınıf bir aileye sahip. Bir oğlu, onu çok seven bir kocası olan ve de hamile bir kadını canlandırır. Dönemi hayal ettiğimizde pek de azımsanmayacak artılara sahip bu banliyö kadını esasında içinde bir mutsuzluk denizi yaşatır. Mrs. Dalloway’i okurken kitaptaki kahramanla kendini özdeşleştirip aslında yaşadığı Amerikan rüyası hayatın ne kadar göstermelik, tatsız ve de en çarpıcı olanı istemediği bir hayat olduğunu fark eder. Gün geçtikçe melankolik hali artar ve hemcinsi Virginia’nın 1923’te girdiği depresif ruh hali kitabın her sayfasıyla onu sarıp sarmalamaya başlar.
Ölüm tutkusu içinde vazgeçilmez bir yer edinmeye başlar. Kaçıp gitmek ister esasında. Âmâ bunu yapamayacağını bildiğinden bir gün küçük oğlu Richard’ı bakıcıya bırakarak kendisini otel odasına kapatır. Yanına aldığı dört kutu hap ile beraber Mrs.Dalloway’in son sayfalarını okurken uyuyakalır. Rüyasında bunu yapamayacağını anlayarak çığlık atarak uyanır. Üzgün, bitkin ve ölüme yenilmiş olarak rutin hayatına devam eder. Ama hayat öyle bir döngüdür ki yıllar sonra oğlu Richard onun yapamadığını yapıp hayatına veda edecektir.
Laura Brown görünene bakıldığında azami düzeyde mutlu olması gereken bir kadınken (kocasının aşkı, sevgili oğlu, güzel bir kadın, anneliğin hazzını almış, becerikli vs…) neden yok olmayı, gitmeyi terk etmeyi seçmişti? Sorgulanması gereken bu. Belki de bazı kadınların ruhları bedenlerine, sonra odalara, sonra evlere, sonra sokaklarına, sonra da kimliklerine hapsolmuştur. Kim bilir?
Film, Virginia Wolf’un ruhunu oldukça başarılı bir şekilde yansıtmış. Bunda Michael Cunningham’ın başarısı yadsınamaz ki Dünyanın Sonundaki Ev filminde de insan ruhunu etkileyici bir şekilde aktarmayı başarmıştı. Oldum olası kitaplardan sinemaya uyarlanan filmleri sevmişimdir. Her iki film de duygu yönü ön plana çıkan kitaplardan filme uyarlanmış. The Hours’ı bence en başarılı kılan nokta yazarın Wolf’un hayatını onu okuyan hayranların hayatıyla bütünleştirmedeki başarısı ve böyle bir düşünceyi var edebilmesi. Oyunculukar da harikaydı. Yazı için teşekkür ederiz. 🤗