
Performans sanatı, 1960’lı yıllarda ortaya çıkan, seyircinin gözü önünde canlı olarak icra edilen bir sanat biçimidir. Performans sanatı anlık bir gösteridir o an olur ve biter, metinden bağımsız bir yapısı vardır. Tekrarı yoktur.
Frank Skinner’a göre kalbinde sosyal eleştiri yatan performans sanatı, dünyayı nasıl algıladığımızı ve dünyadaki yerimizi sorgular. Performans sanatının tanrıçası haline gelen Sırplı sanatçı Marina Abromovic’e bu işin piri diyebilirim. Sergilediği performanslarıyla çığır aştı.
Abramovic, insan bünyesinin kaldıramayacağı şovlarla kendini zorluyor. Çılgın performanslarıyla tanınan Abramovic acı çekmeyi seviyor diyebiliriz. Bu acılar öyle basite indirgenmemeli ‘insan gözüne kıymık sokarmışçasına’ izleyenlere mesaj veriyor.
Tabi, biz Abramovic’i bu gösterileri sergilerken yalnız görmeyiz. kendisiyle beraber bu acı şovlara katlandığı bir de hayat arkadaşı var. Kim bu adam? Gerçek adı “Frank Uwe Laysiepen(Ulay)” olan Alman sanatçı, çektiği analog fotoğraf ve palaroid ile yaptığı çalışmalarla sanat dünyasında adından söz ettirdi. Marina Abramovic ile tanışmasıyla da ününe ün kattı.
Marina’yla tanıştığı yıl içeresinde beraber yaşamaya ve performans göstermeye başladılar. Bu çiftin çalışmalarında esas aldığı ana kavramlar ise ego ve sanatsal kimlikti. Hareket, değişim, süreç hayatı sanat ile birleşen, ilişki çalışmaları yarattılar. Bu on yıllık süreç bir başlangıçtı. Her sanatçı kültürün birer taşıyıcısıdır. bunlarda o taşıyıcılardan biri olarak, kültürel miras ve bireyin iç arzusuyla ilgileniyorlardı. Bunun sonucu olarak ‘Öteki’ adı verilen bir varlık kurmaya karar verdiler ve bunun sonrasında ise kendilerinden çift başlı bir yılan olarak söz ettirdiler. İkiz çocuklar gibi giyinip ikiz çocuk ilişkisindeki samimiyet ve güven ilişkisini aralarında oluşturdular. Ne kadar bağlayıcı olabilir ki bu güven muhakkak ki bir yerden patlak verecek. Sonuçta biz bu dünyayı böyle tanıdık. Ya yarım ya da eksik.
Abramovic ve Ulay’ın çalışmaları bedenin fiziksel sınırlarını zorluyor, buna örnek olacak performansları ise ‘Rest Energy’ toplam 4 dakika uzunluğundaki bu performans son derece tehlikeli; denge, konsantrasyon, gerilim, ritim ve güven ilişkisi üzerine kuruludur. performans Ulay tarafından tutulan bir ok ve Abramovic tarafından ise gerilen bir yay kullanılarak yapılan ikili bir denge performansıdır. Buna benzer birçok performansı var ikilinin bazıları şunlar; Zamanda İlişki, Brething In/Breathing Out, Imponderabilia.
Beraber sergilediği son performansları ise Great Wall’dır. Bu bir ayrılık performansı, yarıda kalan bir ilişkinin ruhani sonlanışı diyebiliriz. Performans Çin Seddi’nin bir ucuna Abramovic diğer ucuna ise Ulay’ın geçmesiyle başlar ve birbirlerine doğru yürümeye başlayan çift 90’ıncı gün sonunda bir araya gelir ve üzücü bir şekilde ayrılırlar. Bu ayrılık ne kadar üzücü olsa da Abramovic için yeni bir başlangıç diyebiliriz.
Sanatçının yapısında boş durmak yok, sürekli bir üretkenlik içerisinde. Bundan sonraki dönemlerde ise yine etkileyici performanslarıyla bizi etkiledi. Abramovic’in çalışmalarından bazıları; ”The Kitchen Carrying the Milk (Mutfak V,Sütü Taşırma),The Artist is Present, Confession (İtiraf),Stromboli ,Standing Structures for Human Use, Rhythm-0 ”
Beni en çok etkileyen performansı ise şu: Marina Abramovic ‘Rhythm-0’ adlı performansında boş bir galerinin ortasında duruyor ve yanına da bir masa, masanın üzerinde ise çeşitli objeler durmakta bunlar arasında cam, jilet, gül, parfüm, testere, kibrit, kamçı, silah benzeri 72 farklı obje var. Her şey bu kısma kadar gayet güzel, ama unutulan şu ki masanın üstünde bir not var, notta yazılan ise şu dur; Sanatçıya istediğinizi yapabilirsiniz.
Performans sırasında izleyiciler önce marinaya dokunuyor, öpüyor, gül hediye ediyor; sonra ise vahşi bir hayvan gibi üstünü yırtmaya, boynunu jiletlemeye, Marina’ya korkunç derecede zarar vermeye başlıyorlar. Bu süre içeresinde sanatçı hiç kıpırdamaz, 6 saat sonunda izleyicilerden biri, masadaki silahı alır Marina’nın başına dayar o an sergi sahibi gelir ”Gösteri Bitti” der. Marina ise kan ve acı içerisinde izleyicilerin üzerine yürümeye başlar. İzleyiciler, kendi yarattıkları vahşetten koşarak kaçar. Ne kadarda açık değil mi verilen mesaj, bakmaktan öte görmek gerek.
Yaşamın kendisi bu kadar zorluk ve acıyla doluyken bir sanatçının bu acılara ayrı bir parantez açıp, üstüne bir yük daha bindirmesi ne kadar mantıklı olabilir ki? Ben Marina Abromovic’i çok sevdim umarım sizde seversiniz. Acıyı başkalarına değil de kendi narin bedeninize narin ruhunuza uygulayın. O yüzden diyorum ki Tanrıya’ya bir saygınız olmasa bile kendi hayatınıza saygınız olsun. Biz bu dünyada kendi yaptıklarımızdan sorumluyuz. Yaşam bizim yaptığımızı yeniden bize veriyor. Yazımı astronot Yuri Gagarin’nin şu sözüyle bitirmek istiyorum ”Dünya buradan küçük ve mavi görünüyor.