SİNEMAYAZARLARZEYNEP MUTLUAY

THE SQUARE: “SANAT SADECE BURJUVAZİ İÇİN Mİ?”


2017 Altın Palmiye ödüllü bir İsveç filmi. 142 dakikalık nispeten uzun sayılacak, ancak süresi ile ilgili akışta bir sıkıntı hissedilmiyor. Çünkü tasvir edilen, gayet akıcı ve içine çeken bir dünya… Başroldeki karakter bir müzedeki sanat küratör Christian (Claes Bang).

Çok başarılı, 30’lu yaşlarda, boşanmış, güzel giyimli, iki kızı olan toplumsal duyarlılığı artırmak için sergiler hazırlayan bir adam. Son çalışması “kare” adında toplumsal eleştirileri olan bir çalışma olarak sergilenmeye başlar. Bu esnada başına bir dizi beklenmeyen olay gelir.

Stockholm’de sokakta yürürken bir kadının imdat çığlıklarını duyar. Kadın “Bana yardım edin lütfen!” diye caddenin ortasında bağırır ama kimse oralı olmaz. Bir adam kadını rahatsız etmektedir. Diğer taraftan insanlar, onların yanından hiçbir şey yokmuşçasına geçer gider ya da görmezden gelir. Christian da belli bir süre başka birinin kendinden başka birinin kadına yardım etmesini umar. Ama kimse etmez. Sonunda kadın gelip Christian’ın arkasına saklanır. Mecburen başka bir adamla olaya müdahale etmek zorunda kalırlar. Ve kadını adamdan kurtarırlar. Sonucunda Christian bir şey başarmış ve birine yardın etmiş olma hissi duyar. Oysa buna hakkı yok, çünkü başlangıçta hiçbir zorundalığı yokken yardım etmemişti.

Modern insanın bencilliği bu sahnede gözümüze gözümüze sokuluyor. Müzeye geldiğinde o hengamede telefonunu ve cüzdanını çaldırdığını fark eder. Uygulamadan telefonunun hangi apartmanda olduğunu belirler. Varoş bir mahallenin tehlikeli bir konumu… Arkadaşıyla posta kutularına bir tehdit mektubu bırakmaya karar verirler. Çünkü bu insanlarla yüzleşip soracak cesaretleri yoktur. Ölesiye korkmaktadır burjuvazi, alt tabakadan.

Bıraktığı mektuplar Christian’ın basına iş açacaktır. Posta kutusuna “çaldığınız telefonu getirin” diye mektup attıklarından. Küçük bir çocuk onu bulur neden hırsızlıkla itham ettiğini, ailesine karşı rezil olduğunu, özür dilemesi gerektiğini söyler. Christian bu çocuğu ciddiye almaz başta. Fakir mahallenin küçük fakiri ne yapabilir ki? Oysa olaylar, çocuğun dediği gibi gelişir. “Ailemden özür dilemezsen hayatını kaosa sürüklerim.”

Filmde çok detay var ama özetle küçük çocuğun üzülmesini önemsememesi fakir insanların da gururları olabileceğini ve hatta dilencileri yok sayıp onlara asla para vermemesi, birlikte olduğu kadınları arayıp sormaması buna gerek dahi duymaması, kendi kızlarına bile yeterince yakın davranmaması hatta bütün o insanların isteklerine şaşkın bir şekilde lütfeder gibi  bakması benmerkezciliğin doruğundaki bir adamı işaret ediyor.

Güven temalı sergi açıyor lakin kendisi asla güvenilecek bir insan değil. Eylemleri ve sanatsal söylemleri, sınırları zorlamalar, korkusuzluk, diğerlerine yardım etmeden insanın var olamayacağı vs. Konular asla hayatın gerçekliğinde yer bulmuyor. Bu film modern İsveç ve dahilinde Avrupa kültürüne yapılmış sert bir eleştiri bence. Modern insanın göstermelik beyhude laflarıyla özündeki vahşinin tutarsızlığı. Sanki hep o bencil içimizdeki vahşi kurt durup durup kendini gösteriyor. Pahalı takımlar ya da tasarım saat ya da küratör olmak bunu pekte engelleyemiyor.

Zeynep Mutluay

Dünya şarkılara sığacak kadar küçük, anlam aranmayacak kadar kısa belki de…

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu