SANCAR CANSİNEMAYAZARLAR

“SONBAHAR” FİLMİ ÜZERİNE

Senaryosu ve yönetmenliği Özcan Alper’e ait 2008 yapımı başrollerinde Onur Saylak, Megi Kobaladze, Serkan Keskin gibi isimlerin yer aldığı hayatın içinden kopup gelen “Sonbahar”, doğallığı, duyguların içtenliği, Karadeniz’in o muhteşem doğa görüntüsüyle bambaşkadır. Yusuf’un on yıllık mahkumiyeti ardından hastalığı nedeniyle tahliye edilip köyüne dönüşü ve sonrası aktarılır filmde. Yusuf nasıl karamsar bir ruh haline sahipse Karadeniz de adeta öyledir. Kasvetli bir doğa görüntüsü sizi etkisine alırken filmin müzikleri de o karamsarlığa ortak olur. Yusuf’un yitik hayatı başka nasıl anlatılabilirdi ki?

Yusuf, 22 yaşında üniversite öğrencisi iken cezaevine girmiş, on yıl boyunca tutuklu kalmış ve bu süreçte babasını kaybetmiş, kız kardeşi evlenip büyük bir kente taşınmıştır. Yusuf, olan biten her şeyden uzak gençliğinin en güzel yıllarını kaybettikten sonra bir hastalığın pençesine düşmüştür. Yusuf’un özgürlüğüne kavuştuğu hayatının son demlerindeki bunalımı, sorgulamalarını ve sessizliğini izlerken karşısına çıkan Gürcü fahişe kız Eka’nın onun yalnız hayatı için bir çıkış olsun istersiniz. Yusuf’un yalnız, bitkin, umutsuz hali sizi sarsar. İçinizi Yusuf’a karşı büyük bir acıma duygusu kaplar. Aslında Yusuf’a mı acırsınız yoksa kendinize mi?

Yusuf’un yaşadığı aşk Eka, Hopa’nın o azgın sahiliyle birlikte ne de güzel işlenmiş. Hopa’nın kışın coşan o sahili sanki Yusuf’un, Eka’nın hayatını örneklendirmektedir. Farklı dünyalardan gelen bu iki insanın birlikteliği hayatın acımasızlığı içinde yitip gider. “Sonbahar” arka plana 90 sonrasını alarak bir dönemin ironisini ve acımasızlığını Yusuf üzerinden aktarmaya çalışırken büyük bir eleştiriyi de beraberinde getirir. O dönemlerde toprağa gömülen tek hayat Yusuf’un hayatı mıydı?

Hopa’ya gittiğimde filmin çekildiği o sahilde yürüyüp aynı azgın dalgalar eşliğinde filmi düşündüğümü hala hatırlıyorum. Yusuf ve Eka aklımda dolanıp durmuştu. Yusuf’un hayatı, 10 yıllık cezaevi günleri ve hayatının en körpe yıllarındaki mahkumiyet. İnsan özgürlüğüne nasıl yabancı kalır ki? Eka’nın zorlu hayatı, hayat kadınlığı ve Yusuf’a beslediği duygular… Her şey aslında hem ne kadar çabuk hem de ne kadar yavaş gerçekleşiyordu. Sanırım biten şeyler hızlı yaşanmış, yaşanılan ya da yaşanılacak şeyler yavaş yaşanmış hissi veriyor. Nihayetinde hayatın acımasızlığı her şeyden daha büyük. 

Ve aklımdan çıkmak bilmeyen filmin o ağıtı. Yusuf, Eka ve Yusuf’un annesi kadar unutulmazdı benim için. Filme o kadar yakışmış ki, söylenecek söz yok. İnsanın içine işleyen bir film ve insanı hayat gibi paramparça eden bir ağıt. Ayşenur Kolivar’a bu müthiş ağıt için teşekkür ederken filmi izlemenizi tavsiye ederim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu