EDEBİYATHİKAYEMEHMET YILMAZ MAHİRGİLYAZARLAR

KEDİLİ MÜZE

Bir insan tüm hayatını bir şeylerin ya da bir yerin içine sığdırabilir mi bilmiyorum. Ama bunu deneyen birini tanıyorum. Sizi de tanıştırmak istedim.

Aralarında bulunduğu birkaç binaya tanıdık, şehrine yabancılaşmış bir konakta tanıştım onunla. Ne zaman yakınlarında işim olsa ne yapar ne eder konağın bulunduğu dar sokaktan geçerdim. Bu sokağı defalarca yürümeme rağmen avluyu saran yüksek duvarlarından dolayı içerisini hiç görememiştim. Dışarıdan görebildiğim tek şey ikinci kattaki odayla sonradan birleştirilmiş balkonun penceresinde asılı duran udtu. Konağı ve içinde yaşayanları merak etmeme yetecek bir sebepti bu. Konağın uzun ama dar, iki yana açılan tahta kapısını tıklatma cesaretini bulsam da içerdekilerden konağın tüm hikayesini dinlesem diye ümitlenirdim. Bu ümidim bugün gerçekleşti. Kapıyı tıklatacak cesareti gösteremedim ama kapı kendiliğinden aralandı bana. Aralıktan baktığımda görünürde kimse yoktu. Demek ki kilit vurulmayan kapıyı bana rüzgar aralamıştı. Avluyu tanımaya çalışan gözlerime, kapının eşiğindeki kedi takıldı. Doğru ya! Bu havada ne rüzgarı? Anlaşılan beni davet eden, bu beyaz ve kirli kediydi. Bu davet reddedilecek türden değildi. Avluya bir adım atıp etrafı seyrettim. İki oturaklı salıncak, her oturakta bir kedi, içinde plastik balıkların yüzdüğü akvaryum, akvaryumun üzerinde gezinen bir kedi, yağ tenekelerine ekilmiş çiçekler, teneke aralarında gezinen kediler, duvarlara asılı kırık udlar, yerlerde ud parçaları ve yemlenen kediler… İşte avlu bunlarla doluydu. Konağın kedilere terk edildiğini düşündüm önce. Sonradan kiler olduğunu öğrendiğim yerden çıktığında, konağın ve tüm bu kedilerin efendisinin o olduğunu anladım: Ayhan Aytekin…

Altmış yaşını geçmişti. Bu yaşına rağmen sadece önleri seyrelmiş saçları, arkaya taranmıştı. Kedilerine saygısından olmalı gri ceketinin düğmeleri ilikliydi. Beni gördüğünde şaşırmadı. Tek kelimelik selamlaşmanın ardından konağı tanıtmaya başladı. Merakına yenik düşüp avluya adım atan misafirlere her zaman böyle mi davranırdı bilmiyorum. Yine de bana hiç soru sormaması, ben sormadan da sorularımı cevaplaması hoşuma gitti. Konak kendisini evlatlık edinen pekmezci çiftinden kalmış. İlk sahiplerini tanımıyormuş. Konağı depo ve atölye olarak kullanıyormuş. Burada yaşamıyormuş. Anne ve babasının hikayeleri konak kadar ihtişamlı değilmiş. Annesi hamileyken karnındaki bebek ölmüş. Ölü bebeği dört gün sancılarla taşıyan kadıncağız da karnındaki sudan zehirlenip ölmüş. Annesini bu sancılarına rağmen bir doktora götürmeyip ölüme terk eden babasını da dayısı öldürmüş. Annesini, babasını ve daha doğmamış kardeşini kaybettiğinde beş yaşındaymış. Sonra yetimhaneye verilmiş. Oradan da evlatlık olarak Pekmezci ailesine…

Konağın üç katı, dokuz odası var. Bir odasında fotoğraflarını biriktirmiş. Duvara asılı çerçevelerin ve masaya serili albümlerin içini iki annesi, iki babası, karısı, iki kızı, cemiyetten arkadaşları ve kendi gençliği doldurmuş. Bir odaya kitaplarını toplamış. Raflarda boşluklar olmasına rağmen kitapların büyük bölümünü yerlerde üst üste dizmiş. Ağzı bağlı, içi kitap dolu üç çuvalı da duvara yaslamış. Bazı odalarsa sadece kedilere aitmiş. Mamalar, su ve süt kapları, minderlerle doluymuş. Yirmiden fazla kedisinin rahatı için vaktinin bir kısmını bu odalarda geçirirmiş. Bir odayı apartman dairesine sığmayan eski eşyalarına ayırmış –Artık evleri çok küçük yapıyorlarmış-. Bir odasında anne ve babalarından kalan birkaç kıyafeti, çocuklarını ve karısını hatırlatan özel eşyaları ve bugüne dek aldığı tüm hediyeleri saklamış. En çok da ud atölyesi olarak kullandığı odada zaman geçiriyormuş. Bu odada kırık ve çatlak udları tamir eder, zımpara çeker, vernikler, çalıp da sesini beğenirse kurs isteyen öğrencilere hediye etmek üzere, arada bir uğradığı cemiyete bırakırmış.

Kedileri sevmesinin bir sebebi vardı elbet ama sormadım. Zaten ben hiçbir şey sormadım, o anlattı. Konağı kendi hayatının müzesi, o da müzesinin memuru olmuştu. Hayatının ne kadarı konağının dışında kalmıştı, sormadım. Zaten ben hiç bir şey sormadım, o anlattı. Ben avluya indiğimde o, kedileri ve kırık udlarıyla bir arada kaldı. Ben avludan çıkarken kediler yerinden hiç kımıldamadı.

Mehmet Yılmaz Mahirgil

Zamanda iz bırakmak için durmadan yürüyorum. Düşersem diye edebiyata ve tiyatroya tutunuyorum. Benim birsürü ismim var. En sevdiğim ismimse Aylak'tır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu