
Yolundan ayrılmış bir karınca vardı aya bakıyordu… Yuvasını, ailesini kaybetmişti artık. Takip edebileceği bir yolu yoktu ya da artık her kardeşinin takip ettiği yolu takip etmek istemiyordu. Bilinmez.
Aya baktı, ilk defa yalnız olmanın verdiği düşünce berraklığıyla. “Yaşam nedir?” diye düşündü. Yaşam sonuna kadar çalışmak mıydı acaba? Yoksa öğretilerden çıkmadan devam etmek mi? “Sonu gelmez bir yiyecek arayışı mıdır?” diye düşündü. Olabilirdi ama hiçbir zaman topladığı kadar yiyemeyecekti ve anlayamıyordu bunu.
Üç tane yuvası olmuştu kısacık ömründe. Hepsini de vahşi, dev yaratıklar gelip yıkmıştı. Biliyordu doğanın işi olmadığını çünkü susuz, çorak yuvasında boğuluyordu ilkinde. İkincisinde yuvası ezilmişti koskoca dağların altında, sonuncuda ise o parlak kutsallık vardı yuvasının ağzında. Bunlardan hiçbirini yapamazdı doğa, yapmazdı. Yapan o vahşi yaratıklardı. Suyu, ateşi ve dağları kontrol edebiliyorlardı onları görmüştü daha önce.
Zihni büyüyordu gittikçe karıncanın. Ailesinin feromonlarından uzak kaldıkça daha derin düşüncelere dalıyordu. Uzun bir yola düştü, ayın güzelliğine büyülenmişti. Bulmalıydı onu, orada her şey parlak ve güzeldi. Bembeyaz kumlarda kendi yuvasını kendi ailesini kurmaktı isteği. Kendinden başkası yoktu ki ailesi olsun. Ama yine de düştü yola…