
Mavi bir geceydi. Düşlerin hâlâ terk etmediği kelimelerin ise düğümlendiği bu ıssız ve mavi gecede karanlık koyu gözlerle bakıyordu ıssızlığa. Ölümden önceki son nefes gibi kendini hiçliğin kollarına atıvermemek için hiçbir neden görmüyordu. Kim için ve ne için yaşamalıydı. Yaşadığı onca acının vermiş olduğu anlık mutlulukların hiç biri yoktu düşlerinde. Düşmüştü yaşamın maskesi ve acılarla yaşamanın tanrı tarafından cezalandırıldığı hissi ağır basıyordu bedenine. Yorgundu! İçinden bir şey yapmak gelmiyordu. Oysa tanrının lütfunda mavi bir gece hediye edilmişti sanki. Son gecenin şanına mıydı bu lütuf yoksa yeni bir başlangıç için umut tohumları mı ekiyordu yüreğine?
Hiçliğin kenarında, dalgaların kıyısında yalnızlığın tadını çıkarırcasına koyu bir karanlığa yönelmek için müthiş bir arzu besliyordu bedeni. Düş görmek istemiyordu artık. Düş olmak istiyordu. Belleklerde yer kaplamamak, hiç kimsenin kimsesi olmamayı tercih ediyordu. Yaptığı en iyi seçimin bu olduğuna kanaat getirirmişçesine zafere koşan atlar ve üstünde kan görme arzusu yaşayan eski silahşörler gibi cesurdu bugün. Bütün benliğiyle savaşmak istiyordu.
Bütün maskeleri ona dar geliyordu bu gece, boğuluyordu sanki. Gitmek için son bir kere baktı ışıkların arasında dolaşan; zamanı tüketmek için amaçsızca yarışan, esaretlerinin farkında olmayan tüketmeye dayalı bir sürü topluluğunu andıran sistemin kölelerine son bir kere baktı ve içinden şu kelimeler mırıldandı: “Ben sizler gibi olamam, çünkü ben esir olmaya değil özgür olmaya adıyorum bedenimi. Ben zamanı tüketmeye değil zamanı durdurmaya adıyorum kendimi. Ben ölüme değil yaşamaya adıyorum her şeyimi.”