
Sizce dünyadaki kum taneleri mi daha fazladır yoksa uzaydaki yıldızlar mı? Cevap uzaydaki yıldızlar. Bakın gezegenler değil yıldızlar. Peki, uzayda herhangi başka bir canlının olmama olasılığı mı daha korkunç yoksa olma olasılığı mı? Bence ikisi de eşit derecede korkutucu. Uzaylılar varsa bile insan şekilli olduklarını kim söylemiş, belki de okyanus şeklindelerdir. Bilim – kurgu ikiye ayrılır: Birincisi atlı karınca gibi ona binersiniz ve gerçeklikten keyif alırsınız. Diğer seçenek de uçan balon gibi sizi alır bambaşka bir gerçekliğe götürür. İşte Solaris bu türden.
Sayın Stanislaw Lem, öyle bir kitap yazmış ki kitabı bitirmeme rağmen günlerdir etkisinden çıkamıyorum ki bir inceleme yazısı kaleme alayım. Sanki bir tane fazla cümle yok bu kitapta. O denli doygun, o denli tatmin edici ve acayip büyüleyici.
Lem, Tıp Fakültesi mezunu bir doktor ve fizik eğitimi de almış. Tıp ile ilgili Latince göndermelerin bir kısmını anladım, tabi ki kendi bölümümden kaynaklı olarak. Mesela m.sartorius kası, vücudumuzdaki en uzun kas ama baya ince bir kas. Kitapta da Sartorius isminde bir karakter var ve aynı Latincede olduğu gibi uzun ve ince birisi. Ama yazar bazı yerlerde öyle bir coşmuş ki “Acaba ben salak mıyım, niye bir okumada anlamıyorum” deyip üç dört kere okuduğum yerler oldu. Kitabın bu özelliği herkese göre olmadığını ama bazı insanları acayip tatmin edeceğini gösteriyor.
1950 ve 1960’lı yıllarda Amerika ve Sovyetler Birliği arasında adeta uzaya çıkmak için bir yarış vardı. Ve bu yarış, kendini başka alanlarda da gösteriyordu. Kitaplarda bilim – kurgu türünü Amerika adeta domine ediyor ve rakibine nefes aldırmıyordu. İşte o Amerikan bloğuna karşı Sovyetlerin en güçlü silahı da Stanislaw Lem’in başyapıtı Solaris oldu, hatta o zamanların en ünlü yönetmenlerinden Andrei Tarkovsky de bu kitabın çok başarılı olan bir filmini de çekince Solaris’in popülerliği aldı başını gitti.

İnsanların karmaşık, uzaylı yapıları karşısındaki acizliği ve her gördüğü yabancı yapıyı, anlayamadığı yapıyı yok etme isteği hep karşımıza çıkıyor. Bu kitabı okurken bazen dedim ki: “Bu çok farklı bir bilim kurgu eseri çünkü çok fazla felsefe barındırıyor ki bu da en sevdiğim anlatım şeklidir. Felsefi sorular sordurtan, beni düşünmeye iten bir eser.” Bazı sayfalar oldu ki: “Acaba ben olsam ne yapardım?” diye kitabı bırakıp pencereden dışarılara bakar halde buldum kendimi. Ölümünden kendinizi sorumlu bulduğunuz ve yıllar önce ölmüş bir sevdiğiniz, eşiniz olur kardeşiniz olur, bir anda karşınıza çıksa ne yapardınız? İnsan her şeyden kaçabiliyor ama uzayın öbür ucuna da gitse vicdanından ve kendi şeytanlarından kurtulamıyor. İşte o şeytanlardan kurtulmanın yolu onlarla yüzleşmekten geçiyor. Benim de bununla ilgili bir yazım vardı buradan ulaşabilirsiniz: https://www.kemalistmanifesto.com/…armzla-savasmak.html
Sonuç olarak bu kitap çok yoğun sorgulamalar içeren ve beklentimin fazlaca ötesinde bir kitap oldu. Ama kişiden kişiye değişebilir, bazı insanlar akıcı bulamazken bazı insanlar da saçma bulabilir. Benim kişisel fikrim bu kitabın bir şaheser olduğu ve benden tam puanı hak ettiği. Bence okuyun, okutturun, ayrıca Tarkovsky abimizin çektiği müthiş filmi de izleyin. Zaten 1972 yapımı 3 saatlik bir filmi izliyorsanız sinemaseversinizdir ve sıkılmazsınız diye düşünüyorum.