
Kaçsam gitsem bu diyarlardan, bütün insanlardan uzakta yaşasam diye hiç düşündünüz mü? Suyun altında nefes alabilen ve orada yaşayabilen yalnız bir insanın öyküsü bu. Aslında zaten hepimiz yalnız değil miyiz? Yalnız kalabilmek için o kadar da okyanuslara kaçmaya gerek yok. Su Adamı’nı anlatırken insanların arasında bir balık veya balıkların arasında bir insan olarak anlatmak galiba en doğrusu olur. İnsanlardan uzakta büyüyünce nasıl da saf nasıl da temiz kalpli olunduğunu gösteriyor kahramanımız. Belki de toplumdaki suçların, kötü niyetli insanların artmasının sebebi yine toplumdur, kim bilebilir.
Bu kitaptaki karakterlerin çok boyutlu olmayışları beni ilk başta biraz hayal kırıklığına uğratmıştı ama sonradan gitgide alıştım ve kendimi kurguya kaptırdım çünkü kurgu gerçekten de akıcı ve anlaşılır. Nedense sürekli diğer kitaplarla bağdaştırmalar yapma ihtiyacı hissettim: Kötü adam Zurita’nın Moby Dick’ten Kaptan Ahab’a benzemesi veya Salvator’un Doktor Moreau’ya benzemesi gibi. Dr. Moreau demişken gerçekten de sanki o adaya düşmüş gibi hissettiğim anlar oldu. Sayın H.G. WELLS’de zamanında yazarımız Alexander Belyaev’i ziyaret edip fikir alışverişinde bulunmuş belli ki birbirlerine bir şeyler aktarmışlar. Gerçekten çok fazla benzerlik vardı ama sürekli “Dr. Moreau’nun Adası” kitabına yazmadığım inceleme aklıma geldi ve kendi kendime üzülüp durdum. Neyse bu incelememize dönelim. Sovyetlerin Jules Verne’i lakaplı Alexander beyi de üzmeyelim.
Kaldı mı eskisi gibi saf duygularla beslenen aşklar? Galiba kalmadı değil mi. Çok nadir olarak belki görebiliriz. Yaklaşık yüz yıl önce yazılan bu kitapta denizlerin altında yaşayan bir adamın anakarada yaşayan genç bir kadınla yaşadığı aşk ve bu aşkı yüzünden başına gelen bir dizi olaylar anlatılıyor. Ne de olsa aşk her şeyin mahvolması için makul bir sebeptir.
Batıl inançlardan ve bu tarz inançlara sahip insanların görevini yerine getirememesinden bahseden yerler vardı, orda küçük bir kıkırdayıp annemin kara kedi gördü diye yolunu tamamen değiştirip başka sokaktan arabayı sürmesi geldi aklıma.
Yazarımızın çok iyi bir hukukçu olmasından dolayı 28 ve 29. bölüm olan mahkeme bölümleri adeta bir şaheser seviyesine çıkarıyor kitabı. O bölümde Doktor Salvator, o zamanın Arjantin’inde çok büyük bir suç olan Tanrı’yı oynamakla suçlanıyordu. Tanrının yarattıklarını beğenmeyip değiştirmeye çalışmakla ve insanların su altında yaşamasını mümkün kılacak şekilde solunum sistemleri yapmakla suçlanıyordu. Evrimi savunan tanrı kompleksine sahip Salvator ve Evrime saldıran ve yanlışlığını savunan Piskopos arasında muazzam konuşmalar var mutlaka okumalısınız.
İnsanların değerleri ne kadar da farklı değil mi? Birisi için çok değerli olan bir inanç yada bir eşya başka bir insan için hiçbir şey ifade etmeyebiliyor. Ama biz insanoğlu olarak empati kurmayı unutmamamız gerekiyor. Diğerlerinin de neticede insan olduğunu, anası babası, çoluğu çocuğu olabileceğini unutmamamız ve yargılarımızı bir kenara koymamız gerekiyor.
Bilimde etik sınırlar nelerdir? Biz mi doğaya boyun eğiyoruz doğa mı bize boyun eğiyor? Doğaya saygılı davranıyor muyuz? İnsanoğlu ister istemez değişmek zorunda kalacak çünkü teknoloji gelişiyor ve belki de bu bilim-kurgu kitaplarında okuduklarımız günün birinde gerçekten de olacak. Peki o zaman insanlık açgözlü bir şeytana dönüşecek mi yoksa doğayla dengesini koruyabilecek mi? Din Demokles’in kılıcı gibi teknolojik gelişmelerin üstünde onları kesmek için bekliyor mu?