
Maddenin dört temel unsurlarından biri olan Ateş, daima iki zıtlık üzerinde ilişkilendirilmiş olup gerçek manada, her ne kadar bir yok oluşu, bir cezayı sembolize etse de ateşin yeniden dirilme ve tekrar hayata döndürme manaları da vardır. Aşığın ahından çıkan ah ateşi her ne kadar aşığı manen kül etse de aşık, o küllerden tekrar tekrar sevgilinin bedeninde hayat bulur. Ateş, bir yanda Allah’ın celalini temsil ederken bir yandan da affolunmayı temsil eder. Nitekim Şeyh Galip, bu düşünceleri ateş gazelinde anlatmaya çalışmıştır.
Gül âteş, gülbün âteş, gülşen âteş, cûybâr âteş
Semender-tıynetân-ı aşka besdir lâlezâr âteş
Şair, burada renk ilişkisi bakımından gül, ateş ve gülbün kelimelerinden yola çıkarak insanoğlunun yapmış olduğu ilk günaha göndermede bulunmaktadır. Zira şeytanın vesveselerine maruz kalan Adem ile Havva’nın yasaklı meyveleri yemeleri sonucu içlerinden ırmaklar akan Firdevs, Adn, şarap nehirleri, çeşitli güller, gül bahçeleri ve ağaçlar onların gözünde adeta birer ateşe dönüşmüştür. Zira sevgilinin celali cemalinin önüne geçerse aşığın dünyası cehennem olur. Şair semender kelimesi ile aslında aşığın fıtratında gerçekten günah işlemek olduğunu fakat tevbe ile binlerce kez yansa da tekrar Tanrı’nın merhametine nail olduğunu ve böylece tekrar hayat bulduğunu anlatmıştır. Burada yanmak kelimesi ateşle ilişkilendirildiğinde ateşin bir tohumlama görevini de görebiliriz. Yıldırım sonucu düşen bir kıvılcım, koca ormanı yaktıktan sonra tekrar orada çeşitli bitkileri yeşertir.
Hemân ey sâkî bir sâgar tutuşdur dest-i dildâra
Gazabla bezme geldi şem’-i meclis-veş yanar âteş
Şair, bu dizelerde ilk beytin adeta açıklamasını yapar. Bezm sözü ile Tanrı’nın ruhlar alemindeki sözü hatırlatılır: “Ben sizin Tanrı’nız değil miyim?“ Ruhlarsa bela -“Evet sen bizim Tanrı’ mızsın” dedi. Fakat bu söz nefse ağır geldi. İnsanoğlu dünyaya gelince bu sözü unuttu ve Tanrı’nın gazabına uğradı. Fakat; Tanrı’nın celalinden çok cemali vardır ümidi ile aşık, ona buna boyun eğer zira bu abid olmanın gereğidir. Kulun Tanrı’ya boyun eğmesi Tanrı’nın gazabının lütfe dönmesini sağlar ve artık daha dünya yaratılmadan önce ilk insanın işlediği günahlar affolunur. Çünkü kul tevbe edip Tanrı’nın cemal-i lütfuna mazhar olmuştur. Lakin kulun gönül ateşinin yanması, bedeninin birtakım dünyevi meşgalelerine maruz kalmasına bağlıdır. Tanrı’nın gönlünü alan aşık artık onun bütün isteklerinin gerçekleşmesini sağlayacaktır. Çünkü o günah işlemesine rağmen tekrar eşref-i mahluk olma mertebesini yakalamıştır.

Nesîm âteş çıkardı gonca-i çeşm-i ümîdimden
Bıraktı gülşen-i âmâlime berk-i bahâr âteş
Şair, “Nesim” kavramıyla Tanrı’nın ilhamının onun gönlünü tamamen sardığını ve artık o ilhamdan başka hiçbir şey aşığın gönlünde esmeyeceğini anlatır. Şair, “gonce-i çeşm-i ümidimden” ateş çıkardı sözüyle artık aşığın insanı kamil yolculuğuna çıktığını, masivayı bıraktığını dünyevi her şeyi terk ettiğini; “bıraktı gülşen-i âmâlime berk-i bahâr âteş” sözüyle tamamlamıştır. “Amal” kelimesi emeller manasına gelip kesrete işarettir. Oysaki aşığın yolculuğu vahdettir. Onun için eğer Tanrı’nın lütfu olmasaydı aşığın dünyevi emelleri onu ateşe sevk edip, mürşid-i kamil sıfatına mazhar olmayacaktı. Nasıl ki gülün gonca aşaması varsa insanın da bir hamlık evresi vardır. Tanrı’nın belki de celali güneşin goncayı güle döndürmesi gibi, insanın eşrefi mahluk olmasını sağlayacaktır. Böylece aşığın güle benzeyen gönlü artık Tanrı’nın gülşeninde biten bir güle döndüğünü ve onun ruhuna mis kokular saçtığını anlatmıştır. Kim bilir belki de o aşığın kalbindeki gül Muhammed Mustafa’dır.
Hayâl-i hasret-i hâlinle âh ettikçe uşşâkın
Şeb-i fürkatta her dem ahterân eyler nisâr âteş
Bu beyitte şair, aslında bütün galaksilerin başlangıçta renksiz ve simsiyah olduğunu ben manasına gelen ‘’hal’’ kelimesiyle anlatmıştır. En başa dönelim: Adem ile Havva’nın yaptıkları bir günah sonucu, onlar gece gündüz ah u fiğan eylemişlerdir. Onlardan çıkan ah ateşi, bütün alemi tutuşturmuştur. Fakat bu bir felaket değil yeni bir hayatın başlangıcıdır. O iki insanın dünyaya gelmesi için Tanrı, onlara bir yaşam alanı oluşturmuştur. “Hal” kelimesini kabeye de benzetebiliriz. Zira Tanrı, Adem ile Havva’yı dünyaya gönderdiği zaman onlara bir beyit yapmasını söyler. Kabenin siyah olması her ne kadar bir yaşamsızlığı ifade etse de o iki insanın tevbe etmesi ve tevbelerinin kabul olmasına bir nişanedir. Gökten hacerü’l- esved taşının kabeye hediye edilmesi yeni bir yaşam alanını oluşturmuştur. Böylece en başta karanlık olan dünya tanrının nuruyla aydınlanmıştır.
Bana Dûzahdan ey meh dem urur gülzârlar sensiz
Diraht âteş nihâl-i dil-keş âteş berg ü bâr âteş
Şeyh Galip burada ‘’meh kelimesiyle’’ sevgiliye seslenir. Yani Tanrı’ya. Her ne kadar sen beni affedip gönderdiysen makamından ve beni nimetlendirdiysen de bunların hiç biri beni şad kılmaz. Zira senden uzak olmak cehenneme atılmak gibidir. Senin olmadığın güller, gül bahçeleri, ırmaklar ve ağaçlar hepsi ateştir bana. Şair burada aşığın aşk muhabbetine tevessül eylemek istediğini fakat o sevgiliye ulaşmanın çok zor olduğunu açıklamıştır. Çünkü bu nimetler ona engel olmuştur. Zira o, kesreti değil vahdeti tercih etmiştir.
Mürekkebdir vücûdu tâ ezel yek-pâre sûzişden
Anâsırdan meğer uşşâka olmuşdur dûçâr âteş
Yukarıdaki beyitte şair, önceki anlattıklarını tekrar tekerrür edip mesaj vermiştir. Çünkü tüm bu ah ateşiyle yanıp kavrulmanın zaten ta ezelde yazılı olduğunu tekellüm etmiştir. ‘’Uşşak ‘’ kelimesini kullanarak insan olma sıfatına telmihte bulunmuştur. Çünkü Tanrı, kul olmayı dağlara ve taşlara verdi de onlar bu ağır yükü kaldıramadı oysaki insan bu kama murat oldu. Böylece aşık her daim nalişler sergiler. Ateş Tanrı’ya giden bir yolsa şayet, uşşak da onda yok olup onla yek vücud olan bir pervanedir. Bu ateş ona asla ağır gelmez. Yandıkça tekrar yanmak ister.
Çerâğ-ı bezm-i hecri olduğum yapmış yakıştırmış
Gönül pervânesine vuslat âteş intizâr âteş
Şair, burada artık ayrılık meclisinin çırası olduğunu; yani sevgiliyi kaybettiğini ona ulaşmak için ah ateşinin tüm karanlıkları aydınlatması gerektiğini ifade etmeye çalışmıştır. Sevgiliden ayrı onu beklemek cehennem olur aşığa ve ona kavuşmaksa büyük bir yanmayı gerektirir. Şair burada teşvişe yer verilmemesi gerektiğini söylüyor. Yani ya sevgilinin gönlü ya da masivanın her yeri.
Beyân-ı sûziş eyler herkes isti’dâd-ı fıtrattan
Eder berceste âşık mısra’-ı rengîn çenâr âteş
Şair, buradatüm bu olanların aslında yaradılışın vermiş olduğu bir özelliğidir bunlara şaşılmaması gerektiğini ifade etmiştir. Hülasa her nesnenin yapısında ne varsa onu yansıttığını aşık olmanın yapısında da bir içli yanış olduğunu Şeyh Galip yukarıdaki beyitte açıkça izah etmiştir ona düşense mükemmel bir şiir yazmak.
Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ-rev Gâlib
Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş u nigâr âteş
Şeyh Galip, bu beytinde aşkı o denli anlatır ki aşkın harareti, şairin gönlünden kalemine geçer ordan da tasvir ettiği bütün beyitlere germiyyet verir. O sıcaklıktan bütün zemin, zaman ve kişilerin ateş motifine büründüğünü anlatır. Şeyh Galip, aşkı anlatırken aslında aşkın tarifinin imkansız olduğunu ne kadar hızlı yazsa da aşkın kendisini gizlediğini ve kalemin aşkı izah edemediğini aşkın ateşinin kalemi yaktığını ve kalemin ise aşka dair ne varsa hepsini ateşe verdiğini anlatmaya çalışmıştır. Zira aşk; beyane gelmez, aşkın yeri yaşanmışlıklardır. Alevli bir denizi mumdan geçebilene aşk olsun…
Bir Yorum