
Yılmaz Güney’in, Türkiye Sineması’nda her zaman özel bir yeri olduğunu düşünmüşümdür ki bu genel olarak da kabul gören bir gerçek.Sinemaya yeni bir bakış getirmesi, klasik Yeşilçam’dan sıyrılıp toplumsal bir sinema yaratması sinema tarihimiz için bir dönüm noktasır. Yılmaz Güney’in sineması başlı başına ayrı bir konu.Üzerinde yazmak gerçekten çok büyük bir birikim ister. Zaten bu yazıda da Yılmaz Güney’in yanı sıra Seyyit Han’dan bahsetmek istiyorum.
Benim gözümden Yılmaz Güney’in en dramatik filmlerinden birisi olan Seyyit Han. Hem senaristliğini hem yönetmenliğini yaptığı ilk film. Daha sonraki filmleri gibi politik bir film olmamasına rağmen toplumsal gerçekliğe değinişiyle, mitleriyle, geniş plan çekimleriyle ve filmin karakterine uygun görselliğiyle kaliteli bir izlenim yaratmayı başarmış ayrıca Yılmaz Güney’in sinemasında yeni bir dönem açmış. İzlemeye kesinlikle değer bir film.
Seyyit Han ‘ın Hikayesine Giriş
Biraz konudan bahsetmemiz gerekirse Seyyit Han yiğit ve güçlü bir adamdır. En yakın arkadaşı Mürşit’in kız kardeşi Keje’yi görür görmez tutulur. Duyguları karşılıksız değildir. Keje’de Seyyit Han’a aşık olmuştur fakat Mürşit bu evliliğe gönüllü olmaz. Seyyit Han’ın düşmanları olduğundan onun öldürüleceğini düşünür ve kız kardeşinin dul kalmasından korkar. Bu yüzden Seyyit Han’a bir şart koşar. Düşmanlarından kurtulması şartıyla izin vereceğini söyler. Fakat bir süre sonra köye Seyyit Han’ın öldüğü haberi gelir. Yıllar sonra Seyyit Han köye döndüğünde ise Keje’nin, Haydar beyle evlenmek üzere olduğunu öğrenir ve hikaye başlar.
Aşkı uğruna yıllar boyunca savaşan Seyyit Han’ın, destansı ve kavuşulamayan umutsuz bir aşk hikayesini anlatan film temelinde taşradaki namus ve söz kavramını sorgulatıyor. Toplumda kadına verilen değeri daha doğrusu verilmeyen değeri bir kadının meta gibi alınıp satılmasını ve söz uğruna yavaş yavaş ölüme gitmesini açıkça gözler önüne seriyor. Ağaların, beylerin zorbalığına, düzenbazlığına da değinen film uzun yıllar boyunca akıldan çıkmayacağını bize kanıtlıyor.
Kavga ve çatışma sahneleriyle bir mit yaratmayı başaran film etkileyici diyaloglarıyla ve doğal çekimleriyle dramatik yapısını daha da güçlendirerek çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Filmin genelinde umutsuz bir hava hakim olsa da özellikle türbe çekimleri, ağaca bağlı olan bezler umudun varlığını hatırlatıyor.
Kısa Bir Bakış
Seyyit Han karakterini irdelersek biraz, Anadolu toplumlarında görülen halkın bir yandan hayran olduğu bir yandan da kendiyle özdeşleştirdiği sakin, masuma zarar vermeden kendi halinde yaşayan fakat kendisine ya da insanlara zarar vermek isteyenlerin karşısında mağrur bir tüfek gibi dikilen yiğit bir halk kahramanı. Mücadeleci ve pes etmeyen kimliğiyle Yılmaz Güney’in kendisini de hatırlatan Seyyit Han halk kimliğinin dışında aşkı ve intikamı için savaşmaktan kaçmayan, korkmayan, kurşunların üzerine yürüyebilen ve yıkılmayan mitolojik bir karakter olarak gözümüze çarpıyor.
Çukurova’da bir köyde yapılan çekimler, köylerin birbirine uzaklığıyla görülmeyen yalnızlığı, taşranın kasvetli ve bunaltıcı görüntüsüyle sade, boğucu hayatı göstermeyi başarıyor.İkinci paragrafta da bahsettiğim geniş plan ve uzak çekimler estetik olarak güzel bir hava sunuyor. Köy düğününe ve adetlere de büyük yer veren film gerçekçi yapısıyla (ki büyük ihtimalle amatör oyuncularla çalışıldığı için bu kadar gerçekçi) izleyici içine çekiyor.

Oyuncular demişken Yılmaz Güney’in oyunculuğundan bahsetmemek de olmaz. Senaristliğine ve yönetmenliğine hayran olmama rağmen oyunculuğu konusunda çok emin olamasam da Seyyit Han’ı canlandırırken harika bir iş çıkarmış. Keje’yi canlandıran Nebahat Çehre ise karakterin hakkını tam olarak vermiş. Filmdeki oyunculuklara diyecek bir şey yok bence.
Filmin müziklerini ise Nedim Otyam yapsa da Ali Ekber Çiçek’in de imzası var. Müzikler filmi güçlendirirken, etkileyiciliğini de artırıyor. Bu da gerçekten kaliteli müzisyenlerle çalışıldığı için olsa gerek. Müzik kullanılan sahneler ise oldukça etkileyici. Zaten müziklerin kalitesini filmin 1.Adana Altın Koza Film Festivali’nde en iyi müzik ödülünü almasından da anlayabiliriz.
Sansür
Filmin en önemli özelliklerinden birisi de Türkiye Sineması’nda ilk kez bir Kürt karaktere yer vermesidir. Hatta sırf bu yüzden filmin yurtdışı çıkışına izin verilmez. Yılmaz Güney her ne kadar mahkemeye başvurup bu savunmayı yapsa da: “Keje’nin Kürt adı olduğunu söyleyerek yurttaşlarımızı küçümseyen Sansür kurulu, B.M.M.’ne bile giren Hamidoları, Hassoları galiba unutuyor. Güneydoğu Anadolu köyleri Keje adlarıyla doludur. Çukurova’da her köyün ayrı sancağı vardır. Anlaşılan Sansür’ü meydana getiren kişiler, Türk gelenek ve göreneklerinden habersizdirler. Bunlar düğünlerde, bayramlarda ortaya çıkar, Hükümet ilgililerinin gözleri önünde dalgalanırlar. Beğenmedikleri köye gelince… Köyü biz kurmadık. Gümrük ve Tekel Bakanı İbrahim Tekin’in doğup büyüdüğü yerdir… Gerçekleri değiştirip, nasıl modern bir köy haline sokabilirdik? Köylü kıyafetleri şalvarlı, poturlu, serpuşludur. Hikâyenin geçtiği devirde, pantolonlu, şapkalı köylü var mıydı acaba?” film sansürden geçmez.
Yeşilçam Sineması’nın üzerine çıkan ve Türkiye Sinema’sında yeni bir devrin başlangıcı olan Seyyit Han’ı, Yılmaz Güney’in sinemasıyla ilgilenmeye başladıysanız ilk fırsatta seyretmenizi öneririm.