
Mercan Dede nam-ı diğer Dj. Arkın Allen… 1990’ların sonu ve 2000’lerin ünlü sufi ney sanatçısı. Mercan Dede ile karşılaşmam 2002 yılında üniversitede oldu. O zamanlar kasetler var tabii. Paraya kıyıp ’’Nar’’ kasedini almışım. Küçük kaset çalarımda izbe öğrenci evimde döndürüp döndürüp dinliyorum.
Klasik ney sesi de güzeldir elbet, lakin Mercan Dede’nin neye üflediği nefes, sanki alışık olduğumuz Ortadoğu’dan, muhafazakarlıktan fersah fersah ötede duran bir tılsım, büyü, evrensel bir imge…. Ben biraz onun sufilik açılımını budizmin bizdeki simetrisi gibi görüyorum. Hem bu topraklara ait neye üfleyen taze nefes üzerine eklenen İngilizce şiirler, bir bıçak gibi keser mistik Doğunun gizemini; sonra ziller, bendirler, kadın ağıt sesleri hepsi harman olur. Her coğrafyadan kadim sesler birleşir, tek bir tını göğe yükselir; diller ve inançlar farklıdır ama anlatılanlar aynıdır: “ALLAH…”
Mercan Dede’nin müzikleri sarmal hipnotize şekiller gibi. Meditasyondan zerrece anlamayan biri için bile gözlerini kapatıp dinleyince, varoluşun hazzını ve acısını aynı anda sezgilemek mümkün. Her daim doyasıya bir tatmin.
Sufiliğin müzikle hayat bulmuş anıdır o anlar. Modern ve saçma dünyanın yoğunluğundan, sıkış tıkış doldurulmuş gereksizlikler çuvalı olan hayat rutinimizden kurtulmak ve kendini bulmak ya da kaybetmek için dinle onu. O ne güzel kaybediştir… Aslında hiç fark etmez çünkü bulduğunu zannettiğin an kaybetmişsindir kendini çoktan. sanatın sadece, insanlara hoşça vakit geçirtmek olmadığını ispat eder Mercan Dede.

Ve muhtemeldir ki yaşamadığını, hissetmediğini üflemez neye. İçe dönme, aslına varma meyliniz yoksa çokta bir şey katmayacaktır size.
Tekno müziklerle harmanladığı ‘’Kanatlar Kitabını ‘’dinleyin. Mesela oradaki kadının Fransızca sözlerinin kulağınızı okşamasına izin verin. Udun ve ehrunun birbirleriyle dertleşmelerini dinleyin. Sırlara karışın bir sır da siz anlatın. ‘Nayanka’’ya geçin sonra. Çöllerinde kırmızılar giymiş bir kadının peşinden sürüklenin bu tınıyla, su istemeyin, ekmek istemeyin gidin ardı sıra.
Kavuşmanın mutsuzluk getirdiği çoktan yerleşti zihinlere. Hep yolda olmak… Yolda… Orada bir kanun sesi duyun. Bir bedevi çadırı… Uçsuz bir çöl, develer, eli bıçaklı sürmeli adamları, gizemli, ateş adamlar… Korkusuz… Ellerini tutun ve artık sizde korkmayın.
Oturup bir ateşin etrafında gökyüzüne bakın hep birlikte. Binlerce yıldır merak edilmeyeni merak edin. Acaba nasıl yukarısı? “Ab–ı Hazan”ın melodileriyle koşmaya başlayın yemyeşil bir ormanda. Yaralı, vahşi bir hayvandan kaçan terli ve ıslak, heyecanlı… Nefesiniz şarkıdaki gibi derin ve ritmik… Ormanın ortasında dur biraz, kal biraz… Göğe bak. Dön etrafında, tıpkı semaya ermeye çalışan bir semazen gibi…Ve çünkü dönerek sabitlenebilirdi insan ancak. Arayarak bulabilirdi gerçeği belki, belki, şimdi….