
Ünlü Fransız şairi Charles Baudelaire, bir şiirinde şairin birinin fildişi kulesinden çıkıp kente inmesiyle, kentin devingen kaosunda karşıdan karşıya geçerken, at arabaları ona çarpmasın diye hızlı davranmaya çalışırken “halesini” düşürmesini ve geri dönüp almamasını konu eder. Sanatçının ve sanatın kaybettiği hale, Baudelaire için iyi bir şeydir. Baudelaire, trafiğin ortasında doğacak, onun anarşik enerjisinden, orada olmanın bitmek bilmez tehlike ve dehşetinden, hayatını sürdürebilen insanın kırılgan gururu ve rahatlığından kaynaklanacak sanat yapılarını özler. Kaybedilen hale, sanatçı için kazanılan bir şeydir. Ancak 1930’lara geldiğimizde işin rengini Walter Benjamin değiştirir.
Walter Benjamin, Baudelaire’nin bu kaybolan halesine aura demektedir ve yeniden üretim teknolojisi tüm fiziksel kriterleri işe yaramaz kıldığı için aura mefhumu orijinal ve kopya arasında ayrım yapmak açısından önemli bir kriter olarak gerekli olmuştur. Görsel bir ayrım yapmanın mümkün olmadığı mükemmel bir yeniden üretim bile olsa sanal, yersiz yurtsuz ve tarihselliği olmayan kopya hiçbir zaman orijinalin yerini alamaz. Auranın kaybı ancak yeni bir estetik beğeninin ortaya çıkmasıyla, yani orijinalin kopyası veya reprodüksiyonunu, yani sanatın kendilerine getirilmesini tercih eden modern tüketicinin beğenisinin gelişmesiyle gerçekleşir. Benjamin Baudelaire’ye kısmen katılarak modern teknoloji çağına kadar sanat eserinin aurasının varlığını belirtir. “Aura; özgün yapıtın varlığıyla, hakikiliğiyle ve sanat eserinin yaratıldığı yerdeki benzersiz varoluşuyla alakalı bir kavramdır”(Önal, insanokur.com). Gerçek bir sanat eserinin özgünlüğünün varlığına Walter Benjamin aura demektedir yani. Eğer bir taklit yani bir kopya söz konusu olursa bu orijinal eserin aurasının dışında kalır ya da ondan eksik kalır. Kaybolan ‘aura’da “Benjamin’in üzerinde durduğu nokta, kültür endüstrisinin egemen hale geldiği yeni bir çağda, sanat yapıtının kolaylıkla çoğaltılabilir hale gelmesi ve bu yeniden üretimlerin, esere tarihsel ve anlamsal açıdan kaybettikleridir”(ÇEVİK, 2018: 114). Yani Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyecisi resminin binlerce kopyası olsa da, orijinal eser 5 Milyon TL gibi bir miktara bir müze tarafından satın alınıyor. Çünkü orijinal eser, aurasını, hikayesini, tarihselliğini korumaktadır. Bir düşünecek olursak kopya ile orijinal arasında bizim var olduğunu bildiğimiz ama adını koyamadığımız şeye aura demiş Walter Benjamin. Biz de tam onu bulmuşken okumaya devam ettiğimizde yitirdiğimizi görüyoruz. Ancak günümüzde “hale” bir kitabın ilk “kitap dosyası” halinde kendini koruyabilmekte, hatta birinci baskısı sanat alıcısı, tüketicisi tarafından arzulanır olmaktayken, o kitabın seri üretim hali aynı pahada ve aynı nadirlikte olmuyor. Aurasını yavaş yavaş yitirmiş, orjinalinden uzaklaşmış oluyor. Burada aklıma auradan bahsederken sanatlar arası ayrım yapmamız gerekir mi diye bir soru geliyor. Ama burada da karşıma Nietzsche çıkıyor. Nietzsche’ye göre Apolloncu akıl ön planda düşünce ile Dionysosçu duygu ön planda düşünce birbirinden ayrılması sanatı bayağılaştırır. Sanatı, dal dal birbirinden koparmak ve modern tüketiciye bunu da alın, bunu da alın demek işin daha başlangıcında Pop-artı ortaya çıkarıyor zaten. Bir bütün olarak sanat ve dalları arasında fark edilmez geçiş, sanatın elini güçlendiren, bu birliktelikle doğan sanat eserinin de yüceliğini belirleyen şeydir. Yine de, mesela Yedinci Sanatı ayırmamız gerekir gibi. Ancak Walter Benjamin sinemayı çoktan o auradan yoksun, tiyatro gibi biricik, orijinal ve izleyicinin deneyimine açık olmayan bir mekaniğinin olduğunu söylemiştir. Ya da günümüzde orijinal halinin bir, üç ya da beş tane üretildiği dijital sanat ürünü, NFT, auradan yoksun mudur? Resim, şarkı ya da video olan NFT, dijital sanatın sertifikası, kripto para ile alacağın o ürünün orijinalliğini belirtmektedir. Kripto parayla, yani coin korumasıyla aldığı sanat eserine sahip bir kişi, bu sanat ürününün orijinalliğini, aurasını bu şekilde koruyabiliyor. Çoğaltılabilir sanat eserinin auradan yoksun olması, orijinal sanatın dışında, sırf çoğaltılabilir olmasından dolayı kalması fazla katı değil midir? 5 Milyon TL’yi aklımıza getirelim, bu durumda auraya sahip sanat eserine ancak belli bir kesim, yüzde onun içindeki yüzde bir ulaşacak. Ve biz müzede vs. sergilenmezse, ki hangi şehirde, ülkede ya da kıtada olacak, o da var. Nasıl görecektir? O zaman kopya, orijinal eserin değerini arttırmaz mı bir noktada? Mona Lisa’yı düşünelim, kopyaları olmasa bu kadar fazla insan tarafından bilinebilir miydi? Zaten Walter Benjamin’in de dediği, orijinal eserin aurası onun hikâyesidir. Eserin orijinalliğine karar vermek için merceklerle bakan uzmanlar da o hikâye ile bu eser uyuyor ve bu orijinaldir demiyor mu? NFT’nin sanat ürünlerindeki işlevi de budur. Eğer sadece bakacaksanız kopyası da yeterlidir tabi, ama onun hikâyesi ve yapıldığı toplumsal, teknolojik, tarihsel ve sanatçının onayladığı hikâye – eser eşleşmesine ihtiyaç duyuyor insan. NFT ile satışa çıkan ilk sanat ürünleri olmaları da değerlerini arttıran etmenlerdi.
Walter Benjamin’in aurasını ben örneklendirecek olsam, kavramsal bir hata yapmadan duramam. Ancak şöyle bir şey söyleyebilirim, Star Wars orijinal bir fantastik evren hikâyesiydi, ta ki Disney onu satın alana kadar. 4,05 Milyar Dolar karşılığında tüm haklarıyla hikâyeyi satın aldılar ve yeni filmleriyle Star Wars’ı kendisinin kötü birer kopyası haline getirdiler. “Orijinalini unutturan değil, ona ihanet eden kopyalar”( Immanuel Tolstoyevski, Fularsız Entelektüel; Podcast). Star Wars’ın orijinal filmlerinin aurasından, yani hikâyesinden, tarihsel bla bla’dan eksik, kendi kendisinin simulakrası bile olamamış birer kötü kopyalar ortaya çıkmıştır.
Bir örnek verip geçiştirdikten sonra, Walter Benjamin’in sanata bakışı ve aura kavramına ilişkin şunları söyleyebilirim, bana göre çoğaltılan, çoğaltılabilen sanat eseri kötü – kaka değildir. Aurasını kopyalandıkça azaltsa da daha fazla kişinin görebileceği, okuyabileceği, tadamasa da hikâyesini öğrenebileceği, orijinali hakkında fikir sahibi olabileceği referanslar bize sunmaktadır. Dijital sanat eseri de, sanattır. Ama buna ben mi karar vereceğim? Walter Benjamin aurasını kaybetmiştir diyorsa, kaybetmiştir, üzgünüm.
* Görsel Woody Allen’in The Purple Rose of Cairo(1985) filminden alınmıştır.
Kaynakça:
BAUDELAIRE, Charles (2013), Paris Sıkıntısı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
BAUDELAIRE, Charles (2013), Modern Hayatın Ressamı, İletişim Yayınları, İstanbul.
BAUDRILLARD, Jean(2014), Simülakrlar ve Simülasyon, Doğu Batı Yayınları, Ankara.
BENJAMIN, Walter(2013). Fotoğrafın Kısa Tarihi-Teknik Araçlarla Yeniden Üretim (Çoğaltma) Çağında Sanat Eseri, Agora Kitaplığı, İstanbul.
ÇEVİK FATMA, İpek(2018), “Mekanik Yeniden Üretim Sonucu Kaybolan Sanat Yapıtının Aurasını Teknolojik Yenilikler Yolu ile Yeniden Bulmak”, İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, ss. 114 – 126
IMMANUEL TOLSTOYEVSKİ(2021), “Fularsız Entelektüel”, Podcast.(Bir Podcast alıntısı nasıl yapılabilir bilemediğimden dolayı, kaynakça yazımını uydurdum).
KARAHAN İNAM, Çağatay, KARAHAN, Can (2018) “Sanatta Orijinallin Kopyası, Kopyanın Orijinali”, İdil Dergisi, Sayı: 52, ss. 1481-1488.
ÖNAL, Yusuf, “Sanat Eserinin Teknik Olanaklarla Yeniden Üretilmesi (Çoğaltılması)” Bağlamından Walter Benjamin’in Sanat Teorisi”, insanokur.org.