FELSEFEGİRAYHAN AYDIN ATASAYANYAZARLAR

KENDİ KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET


Kyproslu heykelci ve sanat düşkünü Pygmalion, yaşadığı çevredeki kadınların Afrodit tarafından lanetlenmesi sebebiyle kadınlardan nefret etmektedir. Kendine bir söz verir, asla evlenmeyecektir. Ve zamandın birinde bir kadın heykeli yapmaya karar verir. Ancak bu heykel kusursuz güzellikte olmalıdır. Nefret ettiği kadınların hiçbirinin ulaşamayacağı güzellikte bir heykel ortaya çıkarmalıdır. Uzun süre uğraşır, çalışır. Heykeli tamamladığında o zamana kadar yapılmış en güzel kadın heykeli karşısındadır. Ancak bu Pygmalion’a yetmez, defalarca düzeltir, tekrar ve tekrar yeniden biçimlendirir. Fildişi ile yaptığı heykeli nihayetinde olabileceği en güzel hale gelince ona tutulur. Kendisini bile endişeye düşüren bir şekilde ona karşı çok büyük bir sevgi besler. Güzellikte eşi benzeri yoktur bu heykelin. Zaman geçtikçe bambaşka bir aşk ortaya çıkar bir erkekle bir kadın heykeli arasında Afrodit’i bile şaşırtan. Pygmalion onu yatağına alır, çeşit çeşit elbiseler giydirir, hediyeler sunar. Ve yine bir gün bir şeyin farkına varır; cansız bir şeyi sevmenin acı gerçeği… Aşk tanrıçası Afrodit, bu yeni aşk çeşidiyle yakından ilgilenmektedir. Venüs bayramı şenliklerinde Pygmalion, yarattığı heykel kadar güzel bir kadın ile tanışma dileğinde bulunur Afrodit’e. Evine dönüp, fildişi harikası heykeline bakıp iç geçirirken onu dudaklarından öper. Dudaklarında bir sıcaklık hissedince gözlerini açar ve elleriyle yaptığı heykeli canlanmıştır. Aşk tanrıçası onun dileğini geri çevirmemiş, sevgilisini canlandırmıştır. Sevgililer evlenir ve fildişinden güzeller güzeli heykelin adı Galateia olur.
(C.: “Bak bugün tam senin ilgi duyacağın bir şey öğrendim. Örgütsel davranışta Pygmalionya etkisi olarak geçiyor ve hikâyesi Yunan mitolojisine dayanıyor. Yunan mitolojisine göre Kıbrıs kralı Pygmalion fildişinden dünyanın en güzel kadınını yaratmaya karar vermiş. Kadın o kadar güzelmiş ki ona âşık olmuş ve bu heykelin gerçek olmasını çok istediği için tanrıça Venüs’ten onu gerçeğe dönüştürmesini istemiş. Hatta bu Pygmalion’un dram oyunu varmış. İlk melodram örneğiymiş hatta. Pygmalion: kendi kendini gerçekleştiren kehanet teorisi. Hadi yine iyisin bugün de bir şey öğrendin.”
G.: “Pygmalion Tanrı mıymış?”
C.: “Evet tanrı, hayır yani yarı tanrı”
G.: “A Herakles gibi, yarı insan yarı tanrı.”
C.: “Yok yok öyle değil, insan değil.”
G.: “Ney?”
C.: “Yarı tanrı”
G.:“Tamam ama diğer yarısı ney?”)
Pygmalion’un bu tuhaf aşk hikâyesi, Bernard Shaw’ın aynı adlı tiyatro oyununu yazmasına kaynak oluşturmuştur. İki tane de klasikler arasına yerleşmiş filme katkı sağlamıştır bu öykü. Bunlar 1939 yılında Pygmalion ve 1968’de başrolünde Audrey Hepburn’ün oynadığı My Fair Lady… Fakat kendi kendini gerçekleştiren kehanet teorisi romanın “ben” muammasını ele alışını kökten değiştiren ve genel roman yapısının olay örgüsünü tersine çeviren, bir anlamda devrim yaratan Franz Kafka’nın eserlerinde çarpıcı bir şekilde ortaya çıkar. Milan Kundera, Kafka’nın devriminden Roman Sanatı adlı kitabında uzun uzadıya bahseder. Olay şudur: o güne kadar roman anlatımlarında bir suç işlenir ve ya karakterin vicdan muhakemesi ya da olayı inceleyen yetkililerin suçluya ulaşması şeklinde bir olay örgüsü devam ederken; Kafka ile birlikte artık ceza suçu bulur. Kafka’ya göre Dünya bürokratlaşmış bir evrendir. Onun ötesine kimse geçemez. Dava ve Şato romanlarında anlatılan hal, bürokrasiyi aşamayan ve arayışının sonucunda hiçbir şeye varamayan insanın suça ulaşmasıdır. Karakter suça gider. Cezalandırılan, cezanın nedenini bulamaz. Cezanın saçmalığı anlaşılamaz ve katlanılamazdır. Bir noktadan sonra suçlanan kişi huzura ermek için cezasına bir doğrulama bulmaya çabalar. Demir kafesi aşamaz. Kundera, Kafka’nın bu yeni yönelimini anlatırken bir hikâye anlatır. Praglı bir mühendis Londra’ya gidip döner. Sekreteri onu gördüğüne çok şaşırır çünkü bir gazetede Batı basınına sosyalist yönelimi karalayan bir demeç verdiği ve hayatına Londra’da bir mülteci olarak devam edeceği söylenmektedir. Yirmi yıl hapis söz konusudur ülke topraklarında yakalanırsa… Mühendisimiz haberi yayan gazeteye gider. Muhabirle görüşür ancak muhabir haberle kendisinin hiçbir ilgisinin olmadığını ve haber metninin iç işleri bakanlığından geldiğini söyler. Mühendis bu sefer bakanlığa gider. Bakanlıkta görüştüğü kişilerse ortada bir yanlışlığın olduğunu ama yanlışlığın bakanlıkla ilgisinin olmadığını iddia ederler. Haberin Londra Büyük Elçiliği’nden geldiğini söylerler. Haberin geri çekilmesini ya da yalanlanmasını ister ancak bu olanaksızdır. Mühendis başına bir şey gelmese bile gözaltında tutulduğunu, izlendiğini, telefonlarının dinlendiğini düşünür ve bu bunaltıcı duruma katlanamayıp ülkeyi yasadışı yoldan terk eder. Bir mülteci olur. Böylece gazetedeki haber gerçek olur ve ceza suçu bulur.
Dava’da Josef K., Şato’da kadastro memuru K ile Kundera’nın anlattığı mühendisimiz kurtulamadıkları ve anlayamadıkları tek ve dev bir labirentimsi kurumun çıkmaz sokaklarında dolanır dururlar. Josef K. hikâyenin sonunda adeta suçunu kabul eder gibi(ya da bir suçu varmış gibi) ceza memurlarına boyun eğer. Mühendisimiz tam da gazetede yazdığı gibi işin sonunda gerçek bir sığınmacı olur. Kehanet, kendi kendisini gerçekleştirir(ya da ceza suçu bulur). Pygmalio’nun Afrodit’ten dileği, bir şekilde Kafka’nın romanlarını ve karakterlerinin kaderini belirler. Belki bu benim “aşırı yorumumdur” ama denilebilir ki cezanın suçtan önce belirlenmesi ve ihtiyaç duyduğu suça sonradan varması kendi kendini gerçekleştiren kehanet teorisinin Kafka’nın roman anlatımlarındaki devriminin temel taşlarından biri olduğunu gösterir. Yalnız, eğer bu benim aşırı yorumumsa bunca hikâyeyi boşuna okudunuz sayın okur, vaktiniz boşa gitti. Durduk yere kafanız karıştı yani. Hepinize özür borçluyum…
Dipnot: Görsel, 1947 yılında Empire State binasının seksen üçüncü katından atlayan Evelyn Mchale’in, “tarihin en estetik intiharı olarak” anılan fotoğrafıdır.
Yararlanılan Kaynaklar: Azra Erhat – Mitoloji Sözlüğü, Milan Kundera – Roman Sanatı, Franz Kafka – Dava, Franz Kafka – Şato, Umberto Eco – Yorum ve Aşırı Yorum.

Girayhan Aydın Atasayan

Hayatım boyunca birinin bana en sevdiğin üç yönetmen sorusunu sormasını bekledim. Beş dakika sürecek bir cevap bile hazırladım kafamda ama kimse sormadı bu soruyu. Hayatım boyunca birilerinin bana birçok soruyu sormasını bekledim, ama kimse sormadı. En sevdiğin üç kitap, en sevdiğin üç dergi, en sevdiğin üç şair, yazar, şarkı... Şimdi birilerinin içinden neden üç diye sorduğunu hissediyorum. Doğru soru bu değil ki…

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu