
Baba figürü ile oğul her zaman kavgalıdır. İnşası zor olan bir çatışma vardır arada. Yunan mitlerinde de benzer bir durum kendisini açık etmektedir. Mitolojiye göre ilk başta boşluk vardı. Yani Khaos. Derken toprak belirdi, Gaia. Gaia Dünya’nın tabanıydı. Boşluktan oluşan Dünya’nın bir tabanı vardı artık. Toprak kendinden hemen sonra var olan Uranos ile birlikte olur. Uranos göktür. Gaia, yani toprak dişil iken Uranos, gök eril olanı temsil etmektedir. Uranos ile Gaia’nın birlikteliklerinden altı erkek dev ile altı dişi dev dünyaya gelir. Ancak yeryüzünde gök ile toprak arasında hiçbir şey var olamamaktadır. Çünkü gök ile toprak birleşmekte ve arasında bir boşluk bulunmamaktadır. Gaia(toprak) içindeki çocukları doğuramamaktadır ve çocuklarından en genci Kronos’u dolduruşa getirir. Ona bir tırpan yapar ve babasını öldürmesi, gök ile toprak arasındaki bağı sona erdirmesi gerektiğini söyler. Kronos tüm kardeşleri ve annesi adına bunu gerçekleştirecektir. Annesi ile babası birleşme anındayken babasının(gök) hayalarını keser ve Uranos göğün en tepesine çakılı kalır. O andan itibaren toprak ile gökyüzü arasında yaşamın oluşabileceği bir boşluk oluşur. Kronos babasına karşı gelerek gök ile yeri ayırır. Yaşamı mümkün kılar…
Kronos, Rhea ile birleşir ve doğan tüm çocuklarını Kronos midesine indirir. Kendisinin babasına yaptığı şey, onun başına gelmemelidir. Ancak Rhea çocuklarının en azından birini kurtarabilmek için en küçük oğlu Zeus’u Girit’te gizlice doğurur. Hikâyenin sonunda Zeus yeryüzünün en büyük tanrısı babası Kronos’u alt eder ve onun tahtına kendisi geçer. Zeus’un ilk eşi olan Metis, Tanrıça Athena’ya hamile kalır. Zeus babasının başına geldiği gibi kendi çocuğunun onu tahtından indirmesinden korkar. Her şeye dönüşebilme gücü olan Metis’i, bir kurnazlıkla su damlasına dönüştüren Zeus onu yutar. Böylece Athena hiç doğmayacaktır. Ancak her şeye burnunu sokan Prometheus ve Hephaistos bir baltayla Zeus’un kafasını yararak Athena’nın dünyaya gelmesini sağlarlar. Athena hem de üzerinde zırhıyla doğar. Baba oğul arasındaki kavga böyle sürer gider mitlerde. Herakles ile Zeus arasında, Zeus ile Akhilleus arasında… Bitmek bilmeyen bir savaştır bu. Edebiyat âlemine baktığımızda da durumun pek değişmediğini görürüz. Franz Kafka ile babasının ilişkisi sorunludur. Charles Bukowski’nin babası onu eve geldiğinde otel masrafı gibi masraflarla baş başa bırakırmış. Çocukluğunda banyoda kemerle işkence edermiş. O eşsiz yazar Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin babasıyla ilişkisini araştırın. Göreceksiniz. Friedrich Nietzsche’nin ablası ile olan ilişkisine değinmeyeceğim, konunun onla alakası yok.
Tüm büyük yazarlar gibi ben de babamla çatışmalar yaşamaktayım. Baba figürü ile barışamamış halde yazmaktayım yazılarımı sayın okur. O sayede bu kadar iyi kalemim, ne sandın? Normalde babamla ilgili bir mektup yazıp bunu en yakın arkadaşıma yollamam ve ona bu mektubu yakmasını söylemem gerekirdi. Ben ölünce de arkadaşım o mektubu yayınlatırdı. Ve siz babamla olan ilişkimi o mektuplardan okur şaşırırdınız ama hadi yine iyisiniz, şimdi anlatayım yeri gelmişken. Benim babamla ilişkim hayati şeylerin varlığına dayalıdır. “Ne yapıyorsun, paran var mı, okul bitiyor mu, niye bu kadar çok içiyorsun, günaydın, iyi geceler” gibi herkesin en temelde konuştuğu şeyleri içeriyor ilişkimiz. Ve hayatım boyunca babam bana hiç sarılmadı mesela. Sevgisini gösteren tiplerden değildi, klasik Anadolu erkeği, sever ama belli etmez. Hakaret edince mesela “a babam benle ilgileniyor” derim. Gel zaman git zaman bir kedi geldi bizim eve. Baya kendi eviymiş gibi girdi içeri. Biz de çıkarmadık dışarı. Bir ad koyduk, kediye Balık ismini verdik. Babam başta çok karşıydı evde kedinin olmasına. Zaman geçtikçe alıştı. Alışmaktan öte sevdi. 2017 kışı, Aralık ayı, odamda işten gelmiş ve uzanmış bir halde yeni flörtüm ile mesajlaşıyordum. Babam odama girdi. “Aman da benim oğlum burada mıymış, güzel oğlum benim, öpeyim seni gel” dedi. Ben bana söylediğini zannettim ve “babam beni hayatımda ilk defa sevecek” diye düşündüm. Arkamı döndüğümde, tekli koltukta uyumakta olan Balık(kedi)’ı sevdiğini ve öptüğünü gördüm. Bana göstermediği sevgiyi Balık(kedi)’a gösteriyordu. Ne kadar acıklı değil mi? Hayal kırıklığımı anlayabildiniz mi?
Tamam, şimdi Kronos’un ya da Zeus’un babası ile olan kavgasına benzemiyor evet ama bu da bir mücadeledir ya. Kafka ya da Bukowski’nin yaşadıkları gibi değil ama yine de ilham verici. Beni hafife alma. Nedense bir süredir vaktinin boşa gittiğini düşünüyormuşsun gibi bir hisse kapıldım sayın okur, çok konuştuğumda karşımdaki kişinin de bakışlarından benzer bir his uyanır içimde. En iyisi yavaştan kaçayım ben, hadi kal sağlıcakla.
Dipnot: Görsel, Ingmar Bergman’ın 1957 yapımlı Yedinci Mühür adlı filmine aittir.
Yararlanılan kaynaklar: Lucilla Burn – Yunan Mitleri, Jean – Pierre Vernant – Torunuma Yunan Mitleri, İlyada – Homeros, Franz Kafka – Babaya Mektup, Charles Bukowski – Ekmek Arası, Azra Erhat – Mitoloji Sözlüğü