
17 Kasım 2022. Saat 03.41
Duygularımı bir bir, bir zehir gibi akıtırken bu kusmalara son noktayı koyunca saat kaça ulaşır bilmiyorum. Bu satırlarla her şeyi anlatmaya yetecek gücüm var mı ya da bölük börçük bu halimi anlatmaya sözcükler yeter mi kestiremiyorum. Ezberlenmiş, bildik cümlelerle içimi dökmek; isteyeceğim son şey ama hep aynı bitimsiz acılar yoklayıp duruyor beni. Çaresizce kimsenin bilmediği, anlamadığı ve hatta umursamadığı bir gizdökümü yaşarken eksik bir şeylerin kalacağından eminim. Hayatım boyunca hep eksik ve yarım bir insan olmadım mı zaten? Belki de bu zamanın yarattığı tüm insanlar gibi.
Uzun zamandır mutsuz bir şekilde uyandığım bu kaçıncı böylesine bir gece… Bunu da ben anlamlandıramıyorum. Zamanla bir şeylerin düzeleceğine dair bir inancım kalmadı. Doğrusu, bir umut kırıntısı ile kendimi kandırmaktan da çok yoruldum. Bir türlü zamana da ayak uyduramadım, uyduramayacağım da. O, hızla akıp giderken ve ben de bu gecelerle arsızca boğuşup dururken hep kendimden parça parça bir şeyler çaldım.
Benim yalnızca bana ait bir hayatım vardı. Hakikaten bana ait bir hayatım var mıydı? Ben bana ait olmayan hayatımın ezik, acınası bir kahramanı oldum. Bir gölge gibi sürünürken hayatımın içinde belki de ne yaptığımı bilmiyordum, nereye doğru gittiğimi de. Bunlar, bilinmez hayatın içinde asla sırlarına eremeyeceğim sorgulardı. Adeta kendi için yaşamayı bilmeyip her şeyi sorgulamayı bilen başka her şeye makul bir tutumu olan ama kendine karşı çözümsüz, benliğine yabancılaşmış, aptal bir ucubeydim. İçimde çılgınca acı bir hikâye hüküm sürerken trajik bir şekilde hep hikâyelerine üzüldüğüm bir film karakterine dönüştüm ya da dönüşmüşüm.
Bu hayat iyi niyetle, sevgiyle, kendini paylaşacağın güzellikte bir yer değil. İnsanların seni kötü ve bencil dünyalarının içine çekmedikleri hiçbir gün yok. Her şey doyumsuz arzuların bir parçası haline dönüşmüşken ne yaparsan yap onların zihinlerindeki kişi gibi etiketlenmemek imkânsız. İnsanlar, hayatı kendi anladıkları gibi yaşamını bekliyor ve kendi yaşadıkları gibi yaşamanı istiyordu. Yanı başımdaki herkes buna alışmış ve bu kaderin kurbanı olmuştu. Bende mi acaba böyle biriydim? Öyleyse bu şekil bir hayat ne içindi? İnsanlar, kendi aptal ve mutsuz hayatlarının benzerini yaşaman için nedensizce diretip duruyorlardı. Hepsi de bilmiyor muydu yanlış yolda olduklarını? Pekala biliyorlardı. Ama şu ahlaksız ve değersiz toplum içinde yalnız kalmamak ve ötekileşmemek için ahmak kalabalığın arasına karışma mecburiyetini duyumsuyorlardı. Olan biten ne varsa başıboş bir şekilde hızlıca tüketilirken kendimi bir meta gibi hissetmek mide bulandırıcı.
Duygularını anlatmak, ne hissettiğini dile getirmek kötü bir şey olamaz, bir zayıflık göstergesi olamaz. Samimi, doğal ve sevecen olmak kötü bir şey hiç olamaz. İyiliğimle cezalandırılıyor, bu dünyanın insanı olmadığımı düşünüyordum. Ben onların istediği ya da istemediği birine evrilemezdim, evrilmemeliydim. Büyük bir bilinçle çırpınırken yine büyük bir bilince sahip olduğum için zorluk çekiyordum aslında. Derinlikle yaşadığım her ne varsa aynı derinlikte bir acıya dönüşüyordu yalnız ruhumda. Acıları pervasızca yazdıkça daha çok canım yanıyordu. Kayıtsızlık, duyarsızlık her şeyin asıl yüzü olmuştu. Ben kendimi yalnızca kendime saklamalıydım, bu sefil benliğe bir son vermeliydim, böyle satırlarla kendimle konuşmaktan vazgeçmeliydim, bir inzivaya çekilmeliydim. Uzun zamandır dilimde bir sakız gibi çiğneyip beceremediğim inziva düşüncesi, şu perişan gönlümün ihtiyaç duyduğu tek ve ezeli şey miydi? Kendime koca koca duvarlar inşa ederken altında kalan sadece ben olmalıyım. Bu istek boşuna mı, zaten bir başına mıyım?
Kendime dışarıdan bir gözle baktığımda kabullenemediğim bu gerçekler silsilesi artık taşıyamadığım bir yük. Bir kötü hissediş varsa orada yanlış şeyler vardır. Durmadan bunu tekrarlarken aslında yanlış şeylerin ne olduğunu da çok iyi biliyordum. Büyük bir hatanın içinde miydim? Kendimi sürüklediğim bu şey bir hata değilse neden böylesine canımı yakıyordu? Kaçınılmaz sonu görüyordum, hiçbir zaman beni yanıltmayan öngörülerim, içimdeki acı hikâyenin kaybedenin ben olacağını bağırıp duruyordu. Benim artık sadece kabuğuma çekilmekten başka çarem yoktu. En büyük gerçeğim buydu artık. Yalnızlığı kanıksayan benliğimin yalnızlıktan başka dostu yoktu.
Saat 05.23. Bu bir son nokta mı?
Derman arardım derdime derdim bana derman imiş diyor Mısri
Kendine dermanı kalmamayı hangi kitap yazar, hangi kalem ilmek ilmek dokur arasına koca bir ömrü sığdırdığı satırlara.
Koca koca dağları delerek çıkan çok narin ömür çiçeğine , dağların en zirvesindeki naif kardelene değilde neden Tenere Ağacının gölgesine mahkum eder kendini…
Lotus çiçeğinin kanadına tutulup mantıkut Tayr yolculuğunda Jonathan olmak varken,neden butimara saklar kendini…
“İnsan Kendinin Aynasıdır” diyen” Osho” öneri olarak “Yaralar üstleri örtüldüğünde iyileşmez” dediği gibi Sığındığın her kapıda vefasızlığa mahkum olan biz bu gün yine acının en derini yaşıyarak, her travma sonrası büyüme diyeceğiz
, lotos gibi en derinlerde sağlam köklerimizle can olacağız canlara, sebeblerine inatla.
Tıpkı Kintsugi, Kintsukuroi Sanatı gibi, kendi kırıklarımızla, kırgınlıklarımızla herkesi hayran bırakacak izlerle.
🙏👏
Kaleminize yüreğinize sağlık kıymetli Sancar Bey. Tüm okuyucuların iç sesi olmuş bu değerli eseriniz. Tebrik ederim.
Çok çok teşekkür ederim…