EDEBİYATGİRAYHAN AYDIN ATASAYANHİKAYEYAZARLAR

KÜÇÜREK*

“Sana Edilen Evlenme Teklifini Anlatsana?”

Ha, o olayı mı? Olay şöyle, 4-5 sene öncesinden bir müşterimiz vardı. Satışını ben yapmıştım onun. Bu 4-5 sene boyunca da toplasan 3 defa dışarıda buluşmuşuzdur. İlk buluşmamız öncesinde yine kendisi sordu bana,

“Ne yapmaktan hoşlanırsın?” diye.

Bira içmekten dedim, bira içmekten hoşlanırım. Oturduk bir akşam… Bir fabrikada yönetici mi ney? Öyle bir şey, mühendis… Gel zaman git zaman bir buçuk sene evvel ben askerden dönünce yine yazdı buluşalım diye, ilk oturmamızda o ısmarlamıştı. Askerden döndüğümde de bende para yok, belki o ısmarlar diye bir arkadaştan ertesi gün ödenmek üzere biraz borç aldım. Eğer hanımefendi ısmarlamazsa borç aldığım parayla öder, arkadaşıma da biraz daha beklemesini söylerim dedim. İşsizlik maaşım yatınca geri öderim. En fazla küfür eder ve bir yumuk atar, nedir ki? Fakat kadın öderse mis… Güzelce oturduk, o ödedi. Aradan 1,5 yıl geçti, İspanya’ya doktoraya gitti ve geldi hanımefendi. Hiç konuşmadık. Sonra bir akşam uyumak üzereyken ben, mesaj attı.

“İnsanlardan çok sıkıldım, karşında gözlerine bakıp seni dinlerlerken bile farkına varıyorsun, lafının bitmesini ve seni yargılamayı iple çekiyorlar. Böyle durumlarda ne yaparsın?” dedi.

Mesajı gördüm, belki bir yardımı dokunur diye bir alıntı paylaştım. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitabının 15.sayfasında, “ben bu kulaklara uygun ağız değilim” der. Böyle düşünürüm dedim. Sonra sohbeti biraz uzattı burada bitmesi gerekirken. Aradan birkaç gün geçtikten sonra buluşmak istedi. Zaafımı biliyordu, bira… Bira ısmarlamayı teklif edince, kabul ettim. Buluştuk.

Biraz hoş beş ettikten sonra bana dedi ki;

“Bence biz iyi anlaşıyoruz. Hemen demiyorum ama sonu evliliğe doğru gitme amacı olan bir ilişkiye başlamaya ne dersin? Birbirimizi bir heyecan olarak değil, bu niyetle tanımak kulağa nasıl geliyor?” diye sordu.

Elbette şaşırdım ama bir yandan da acayip bir sakinlikle tepki gösterdim.

“Bunu sormak… İki insan arasındaki ilişki bu denli seyrekken çok tuhaf, bu cesareti nasıl buldun?”

Kendimi iyi ifade edebildiğimi düşündüm. Çünkü aklımdan geçenler daha sertti.  Mesela “Ben buraya bedava bira var diye geldim, sen hayatımı mı istiyorsun bunun karşılığında?” veya “Sen ne anlatıyorsun ya? Biz seninle ne zaman anlaştık ki, edebiyattan anlayıp anlamadığını bilmiyorum daha” demedim. Bu sayede kendince makul bir açıklama yapabildi;

“Seninle konuştuğum her defa, kendimi ferahlamış hissediyorum. Bir liman gibi senin beni dinlemen… Ancak farkına vardım ki, beni bir tek sen anlıyorsun” dedi.

“Hayır, ben seni anlamıyorum. Ben kimseyi anlamıyorum. Ben kendimi zar zor anlıyorum, seni nasıl anlayabilirim. Sen kendini anlatabildiğini nereden çıkardın ki hem? Beni biraz rahat bırakın, benim hiçbir şeyi anladığım yok. Bir uzak olun benden ya…” dedim. Bu cevaba karşı sabırlı davranamadım. Dünya’da türlü şeyler oluyor. Kumsala çocuk cesetleri vururken senin dertlerini anlamamı bekleyemezsin ki… Tamam, aynı şey değil ama bir şeyi anlamam gerekirse, bu çocuk yaşta evlendirilen kız çocukları olurdu. Yarım aklımı seni anlamaya harcamazdım. Senin sahte dertlerini dinleyerek vakit kaybedemem ben, köpeklere kürekle vuruyorlar ya… Üzülecek ve anlayacak yeterince şey var benim için. “Böyle tepki vermenin sebebi maddi kaygılarınsa hiç sorun etme. Bir ev, araba alacak param var. Düğün, nişan gibi teferruatları da dert etmene gerek yok. Evlenince de çalışmaya devam etmene gerek olmaz, benim maaşım yeter. Sen stand-up yaparsın, kitabını yazarsın. Bunlarla uğraşırsın.” dedi.

Kulağa teklifi iyi gelebilir ama dikkat edin! Kitabımı yazmam onun için iş değil, bir uğraş… Eğer cümlesi şöyle olsaydı “Parayı sorun etmene gerek yok, başlangıçta ben hallederim. Sen de kitabın üzerine çalışır, Stand-up metinlerini yazarsın” kafam karışabilirdi. Kalan ömrümü onunla geçirebilir ya da ilk altı ayımızı doldurunca kafama sıkabilirdim. Ancak ben şu an yaptığım iş kadar mesaiyi yazmaya harcıyorum. Ne demek uğraş? Berlin Duvarı’nı ördü kadın tek bir cümleyle aramıza! Yayımlanmış bir kitabım yok ama Google’a “Truva Atını yapan zanaatkâr” yazınca 3. sırada ben çıkıyorum SanatlaYaşamak’ta… Bu da böyle bir anıydı be sayın okur. Aramızda kalsın olur mu?

* Sevim Burak, Ferit Edgü gibi yazarların hikâyelerinin Küçürek Hikâyeler olduğunu belirtmeli ve Küçürek Hikâyenin çok kısa öyküler demek olduğunu ve anlatılanın dışında daha başka, anlatılanın basitliğinden daha büyük anlamlara yolculuk edilebileceğini söylemeliyim.

* Görsel; Berlin Duvarının İnşası, 1961.

Girayhan Aydın Atasayan

Hayatım boyunca birinin bana en sevdiğin üç yönetmen sorusunu sormasını bekledim. Beş dakika sürecek bir cevap bile hazırladım kafamda ama kimse sormadı bu soruyu. Hayatım boyunca birilerinin bana birçok soruyu sormasını bekledim, ama kimse sormadı. En sevdiğin üç kitap, en sevdiğin üç dergi, en sevdiğin üç şair, yazar, şarkı... Şimdi birilerinin içinden neden üç diye sorduğunu hissediyorum. Doğru soru bu değil ki…

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu