
1948 yapımı “Bisiklet Hırsızları” İtalyan Yeni Gerçekçiliğinin öncü filmlerinden olmasının yanı sıra, 1950 yılı Akademi Ödülleri’nden “Onur Ödülü” ile dönmesiyle kendisini kanıtlamıştır. Buna mukabil filmle ilgili önemli gördüğüm hususları aktarmam gerektiğini düşünüyorum.
Bir buçuk saat gibi kısa bir süreye sığdırılmış olsa da filmin çok yönlü oluşunu özellikle belirtmeliyim. Zira film bu kısa sürede, bir yandan savaş sonrası İtalya’nın manzarasını aktarırken bir yandan ilerlemenin tam aksine kötüye doğru evirilen toplumsal ahlakı, toplumdaki statü farklarını ve aynı zamanda modern dünyada “adalet” kavramının nasıl yok olmaya yüz tuttuğunu ortaya koyarak sağlam sosyolojik tespitler sunmaktadır. Aynı zamanda sosyolojik açıdan bu film izleyiciye “Suçu ve suçluyu yaratan yalnızca toplum mudur?” sorusunu sormaktadır.
Bisiklet Hırsızları filmi, bir insanın amacına ulaşamayacağını bile bile verdiği uğraşı, kurduğu ümidi ve hafif suçluluk psikolojisi (son sahnelere dayalı olarak) ni özgün ve etkileyici biçimde gözler önüne sermektedir.
Filmde ön plana çıkan hususlardan biri filmin etkileyici atmosferidir. Ana karakterlerin psikolojileri ve oyunculukları bu atmosferi sağlayan başlıca etkenlerdendir. Filmin kendine mahsus hikâyesi de söz konusu atmosferin oluşumuna önemli oranda tesir etmiştir.
Bisiklet Hırsızları İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında çekildiğinden sahnelerdeki mekânsal ve toplumsal atmosfer, hakiki anlamda, savaştan çıkmış bir ülkeyi ve halkı yansıtmaktadır. Bu özellik film boyunca, karakterlerin uğradığı haksızlıkların temeline inme imkânı sunmaktadır seyirciye. Ayrıca bu mekânsal ve toplumsal gerçeklik karakterlerin başlarından geçen hadiselerin gösterildiği sahnelerin daha vurucu olmasını sağlamıştır.
Filmdeki oyunculukların yüksek kalite düzeyi, üzerinde durulması gereken başka bir husustur. Ana karakter (baba) in, oyunculuğundaki kaliteyle paralel olarak, psikolojisi filmin her dakikasında çehresinden apaçık okunmaktadır. Bu sayede karakterin, içinde bulunduğu dram ve trajedinin vuruculuğu iyice belirmiştir.
Antonio’nun, kendisine bir bisiklet alındığında yaşadığı mutluluk ve buna mukabil kendi geleceğine dair yüzüne yansıyan ümit yahut bisikletini çaldırdığında içerisine düştüğü hüzün, çaresizlik. Bir başka yönüyle, içine düştüğü öfke hâli… Bunların tamamı psikolojik temelde yönetmen ve oyunculuk kalitesinin filmdeki tezahürü olarak göze çarpmaktadır. Yönetmen Vittorio de Sica’nın inisiyatifiyle, filmde rol alacak isimlerin amatör oyuncular arasından seçilmesinin etkisi vardır kuşkusuz.
Filmin en etkileyici kısımlarından biri şüphesiz Antonio’nun, oğluna bisikletin çalındığını söyleyememesi ve bu sebeple, bisikletin bozulduğu yönünde bir yalan uydururken oğluna karşı yaşadığı mahcubiyetin yüzüne yansımasıdır. Daha sonra bir bisiklet çalma fikrinin zihninde uyanıyor olması ise Antonio’nun içerisine düştüğü ahlaki ikilemi çok iyi yansıtmaktadır. Tam manasıyla psikolojik-sosyolojik bir gerilim hâli. Umutla hüzün arasına sıkışmış insanların yaşamlarının izleyici tarafından özümsenmesi noktasında kısa ve önemli bir film olması hasebiyle izlenmeli.